31 Temmuz 2014 Perşembe

Kedi

Çocukluk arkadaşım var , çok sevdiğim..Aynı yerde büyüdük, kedi , köpek içinde..Ama büyüdükçe kediden nasıl korkmaya başladı, nasıl iğreniyor hale geldiğini anlayamadım..Ben lisedeyken İzmir'e taşındıklarında, yaz tatilinde onlara gitmiştim, bir haftalığına. Babası bizi bir balıkçıya götürmüştü ama arkadaşım alelade yürüyen kediyi görüp cıyak cıyak kaçmıştı içeri. Ben de onunla birlikte içerdeki mutfağın yanında yemek zorunda kalmıştım.
Dün, arkadaşımın yurtdışında yaşayan diğer en yakın arkadaşı da bize dahil oldu , üçümüz balıkçıya gittik. Ama telefonla randevu alırken dedim ki "kedi varsa olay çıkar." Yokmuş..
Neyse gittik, şahane bir masamız var, ve yine o alelade yürüyen kedi sahneye çıktı, yurtdışından gelen, kedi görmesiyle birlikte eteklerini oynarak , kediden en uzak noktaya kaçtı , avaz avaz elbette. Onu gören diğer arkadaşım da benzer şeyleri yaptı. Ben sigara içmeye devam ettim.
Yan masadakiler biz tutarız , aman korkmayın falan dediler. Yok Allah ikna olmadılar. Sonra bir garson kediyi enseledi , bu seferde ikisi " aman şimdi bizim yüzümüzden yapmayın yani" dediler. Garson güldü ..
Kedi gitmesine rağmen canıııım masada oturamadılar, duvar kenarında iki minder vardı oraya tünedik.Bizim terkettiğimiz masaya 3  kişi oturdu, onlara mı takılsam diye düşündüm.
Tünediğimiz kenarın duvarı 3-4 metre yüksekliğindeydi. Biz oturduktan sonra aynı kedi duvarın tepesine çıktı, ordan denizi seyretti ve orada uyukladı. Ben de arada bir kediye baktım.
Gece geç olup kalktığımız vakit kediyi gösterdim, yine bi bağırış çığırış...
Eve gittim.


27 Temmuz 2014 Pazar

Temizlik takıntısı ve bebek sağlığı

Yaz yaz yaz diyor gaza getiriyorsunuz, al işte olacağı buydu. En hasından nasıl da pisiz ve mutluyuz konulu bir yazı çiziktiresim tuttu. Şimdi eğri oturalım, doğru konuşalım. "Hay bu yabancılar pek de pis, çocukları çamur içinde oynar, yere düşeni yer, ayakları elleri üstü başı kapkara olur bakmazlar" diyen çok duydum, "totolarını bile yıkamıyorlar ayol, teharet musluğu bile yok" diye de devam ediyorlar, "hava serin tabii, ver sıcağı bak nasıl kokar onlar da" da diye bitiriyorlar. Argümanlar sıkı, lakin, diyeceklerim var!

Son iki haftadır şehrimizde yaz tüm azametiyle hissediliyor. Hava 30'lu derecelerin üstünde ve kokan yok arkadaşlar. Çünkü, biz milletçe 1 hafta yıkanmayan saça her gün fön çektirmeyi ve bu sıcakta makyaj küpüne düşmüş havası yaratarak bir de ver ayaklara goygoyu tipi ayakkabılarla dolaşmayı "bakımlı olmak" diye algılarken, bu adamlar her sabah duş alır da çıkar, her akşam baştan aşağı giydiklerini makinaya atar, malum yerlerinde kıl tüy tutmazlar azizim. Yine de biz temiziz evet, çünkü evlerimizde diğer odaları hok götürse de, salon denen odayı dipköşe temizler, kapısını kitler, anca misafire açarız ki "aooow ne temiz kadın" desinler. Çocuklamızı öyle temiz giydiririz ki, o çocuk bir yere oturmaya yazsın, bir üstüne salçalı sos dökmeye kalksın, bir yaz sıcağında önü kapalı ayakkabısını çıkarıp, çıplak ayak sokağa oynamaya insin aboooow Allah yazdıysa bozsun, olmaaaz! O çocuk keselenecek illa ki, derisi soyula soyula liflenecek, kaynar sularda temizlenecek, Nepal keşişleri gibi ışıl ışıl parlayacak! Yoksa aman ne pis kadın derler, ne olur ne olmaz!

Şimdi.. Olay temizlikse ve biz milletçe temizsek, neden herkes kendi salonuna gösterdiği aşırı temizliği dışarda sokakta da göstermiyor, neden yerler çöp dolu, balgam dolu ey ahali? Neden bizim çocuk bahçelerimiz pas içinde? Neden bizim çocuklarımız devamlı hasta, burnu akıyor, nazlı birer çiçek? Temizlik anlayışımızda olmasın sorun?

Hayır demek istediğim yanlış anlaşılmasın; yerler bu kadar pisken, bal dökün çocuğa yalatın demiyorum aman ha! Ülkemizde, 20.yy'da ortadan kalktığına inanılan bir çok hastalık gayet yaygın gözükürken çocukları aşısız salın ortaya da demiyorum. Önleminizi alın tabii ki; en basitinden sizin de çocuğun da elleri eve gelince, oyundan ve yemekten önce güzelce yıkansın, üstbaş sık sık değiştirilsin ama aşırıya da kaçılmasın yahu. Çocuğu o kadar korumacı kollamacı yetiştirirsek tabii ki en ufak nemden hasta olacak, başka nasıl öğrenecek vücudu savaşmayı ve yenmeyi? Nasıl güçlenecek bağışıklık sistemi?

Lakin, ortam temizken de salıverin azıcık. Mesela yazlık yerde, gün boyu güneşten yanmış ve dezenfekte olmuş asfaltta oturup oynayıversin bebekler. Mesela azıcık çamura batsın, üstüne su döksün, salçalı domates sosunu kafadan geçirsin sonra yere eğilip yalasın biraz, sahipli kediyi köpeği sevsin azıcık, bişi olmaz yahu.. Valla olmaz.. İnsanın ağzı totosundan daha kirlidir diyor doktorlar, siz o çocukların ellerini öpüyorsunuz gün boyu, onlar da ağızlarına sokuyorlar sonra, e daha ne diyeyim ki?

trt-radyo3-88.2

Gün yavaş geçsin istedim.
Eskiden walkman ile radyo dinlerdim. Okulda, yolda, uyurken..
Dinlediğim şeyleri hatırlamaya çalıştım. Şimdinin hiç komik olmayan Beyaz’ı dinlerdim. Kaybedenler Klubünü..Karabiberim sıkça çalardı, değiştirirdim.
Aslında müzik kültürüm çok zayıf. Dinler geçerim, güzelse güzel işte ne var yani şeklinde..
Bugün radyo açtım. 88.2 trt-3 . Babam hep dinler.
Oğlan babasında. Evi temizledim. Radyo hep açıktı. Film müzikleri ile ilgili bir bölüm vardı.   Şarkıların tarihini anlatıyorlar. Caz dinledim,  sanatçıların nasıl yeni bir akım yarattıklarını.. Not almadım. Aklımda tutmaya çalışmadım. Sadece dinledim birbirinden güzel şarkıları.
Saat 21:00’e geliyor. Aptal saptal reklam cıngılları , birbirinden korkunç, rezil haberler yok. Dinginlik , duygular , doğa, yaşam var.

Sakinleşmek var, yoluna bakmak…

25 Temmuz 2014 Cuma

Tatil anıları'14

Ex , oğlan  ve ben tatile gittik. 4 gece ..

Geçirebileceğimiz en sorunsuz, en bulaşıksız, en mesafeli tatil oldu. Yanyana iki oda,benim ki serin , onunki hamam, oğlan babasında uyudu..
-----------------------
Ex'in kronik bir iş sorunu vardır. Hangi iş yerine giderse gitsin, bir huzursuz, bir mutsuz, herkes ona cephe...
Yemekleri beraber yedik. O öğle yemeğinden önce, o kadar çok telefonla konuştu ki, daralmış olmalı, başladı vıdıvıdıdvıdıdvıdıdvıvı anlatmaya. İlk tur anlattı..Beklenen tepkiyi alamayınca, aynı hikayeyi yine anlatmaya başladı.
-Anladım anlattın ya az önce.
-Ama vıdıvıdıdvıdıdvı

Ufaklık bana döndü...
-Anne, hala konuşuyo ama di mi? kikirkikirkikir....
-Evet annecim...hala...
-Ya siz şimdi birlik oldunuz ama -konuya dönerek-vıdıdvıdıvıdı

Oğlan gülme krizine girdi...Ağzındaki lokmayı yutamadı...
---------------------
Akşam futbol oynarlarken , ben deniz kenarında şezlonga uzandım, yıldızları seyrettim.
---------------------
Erken uyuyan ufaklık nedeniyle odaya tıkılan Ex'in aksine, çimenlerde keyif yaptım.
---------------------
İş yerimden ne kadar bunaldığımı farkettim. Kendim için uyduruk uyduruk iş planları yaptım.
---------------------
Sadece 1 gece akşam yemeği masasına konulan şamdanı , açık büfe den tıkabasa doldurduğu tabakları sığdıramadığından kenara langırt diye koyan,  Ex , şamdanı tuz buz etti. Çıkan sesten çocuklar çok korktu. Bu, kazara herkesin başına gelebilecek bir durumken, Ex'in o şamdanı alış , kaldırış ve tuzbuz ediş sahnesinde aklından geçenleri bildiğim , hangi hırs ve takıntılarla onu hunharca yerinden ettiğine emin olduğum için bu adamla herhangi bir bağım olmadığına şükrettim. Yemeğimi yemeğe devam ettim.
----------------------
Kendi otel , uçak masraflarım ve oğlumun tüm masraflarının yarısını  karşıladım.
----------------------
Sincap gördüm. Hatta elimden yemek yedi. Farelerden neden hoşlanmayıp sincap sevdiğimizi düşündüm.
----------------------

Çok şükrettim..

23 Temmuz 2014 Çarşamba

Uyku düzeni kurmak: Yaşasın Dev Yatak ve dev öpücükler!

Maya'yı kendi odasında, kendi yatağında, kendi kendine, meme emmeden uyutmayı başarmam tam 1 senemi aldı. Bu "başarı"da benim çocuk yetiştirme konusundaki acemiliğim, Maya'nın erken doğmuş bir bebek olarak anneyi bedeni ve ruhuyla tam hissetme isteği ve bağlanma odaklı ebeveynliğe %100 inancım etkili oldu. Tüm bunlar bir araya gelince, uyku düzeni kurma konusunda çok zorlandım, hala da zorlanıyorum. Ama son iki aydır burnum biraz düze çıktı, 1 yaş için "kabul edilebilir" düzeyde uyku rutini kurmayı başardım diyebilirim ve bu zorlu mücadelenin ilk zaferini sizlerle paylaşmak, benim gibi çocuğu uyutma konusunda sınıfta kalmış hisseden annelere kitaplarda yazmayan ama benim içgüdülerimle bulduğum ve işe yarayan bir yöntemden bahsetmek istiyorum. Bizde işe yaradı, sizde de yarar inşallah: Dev Yatak ve Dev Öpücükler yöntemi!

İşin doğrusu, Maya'yı bağlanma odaklı ebevenyliğe uygun büyüteyim derken, acemilikle işi biraz abartmışım. İlk 6 ay bizim yatağımızda, bizimle, keyfi isteyince meme emerek uyudu Maya, bunu neden yaptığımı burada anlatmış, avantajlarını ve dezavantajlarını ise burada anlatmıştım. 6. ayda yatağımıza bitişik kendi yatağına geçti ve 10. aya dek bu şekilde, yine istediğinde meme emerek uyumaya devam etti ama 9. aydan itibaren bozulan uyku düzeni, gece 2 saatte bir uyanıp emmek istemesi derken, burada da anlattığım gibi ben yorgunluktan çıldırmanın eşiğine geldim. "Memede uyuma" ciddi bir problem ve herhangi bir uyku eğitimine ya da ritmine başlamadan önce neden mutlaka önlenmesi gerekiyor burada yazmıştım. Bu konuda benim sinirlerim çok laçkalaştığı için, işi babaya yıktım ve Beyaz Atlı Prens de bebeği ağlata ağlata uyutmaya başladı. İşin tuhafı çok da başarılı oldu, Maya bir süre sonra ağlamadan uyumaya başladı, burada yazmıştım. Bu beni hem sevindirdi, hem de "neden babası yapabiliyor, ben yapamıyorum" diye, kendime yeni bir sorun edinmeme yaradı. Araya iki tatil girip de düzen tepetaklak olana dek, ben Maya'yı uyutmaktan çekinir oldum.

İşte tüm bu "ben bu işi beceremiyorum" ve "nasıl yapmalı da bu kızı kendi odasında, kendi yatağında, kendi kendine uyutmalı?" düşünceleriyle karman çorman uykuya dalmaya çalıştığım bir gece, birden bende bir ampül yandı: DEV YATAK PROJESİ! Açıkcası bu ampülü yakanlardan biri, sevgili GeCe oldu, sağolsun, bana "aceleye getirme, hep küçük adımlarla yürü" dedi ve bu öğüt her anlamda çok işime yaradı. Diğeri de sevgili Regina, kendi oğullarına uyku eğitimi verirken "yer yatağı"ndan nasıl faydalandığını yazdı. Tüm o okuduğum uyku eğitimi kitaplarına, bloglara, uzman görüşlerine rağmen uyku konusunda bir türlü somut bir başarı alamamış olduğum halde, bu iki kısacık ve güçlü öğüdü kafamda evirip çevirip harmanlamam ve kendi sentezimden bir zihni sinir projesi üretmem olayı çözdü! Sonradan bu yer yatağı / dev yatak fikrinin aslında Montessori Floor Bed denen felsefenin birebir aynısı ama biraz "tepede hali" olduğunu öğrenecek ve "Büyük beyinler benzer düşünür" diye kendime şakşak yapacaktım.. Megolomanlık paraylan mı ayol?! :P

Neyse canlar, uzatmayalım. Fikir aklıma gelir gelmez yataktan fırladım ve yanda fotoğrafını gördüğünüz gibi, Maya'nın odasına dev yatağı kurdum. Dev yatak; Maya'nın odasında zaten duran, açılınca 2 kişilik yatak olan bir IKEA kanepeydi. Kanepenin baş ve ayak kısmı duvara bitişik, bir yanı boyunca pencere, diğer yanı ise açıktaydı. Tabii kız mobil olduğu için, bu açık yana bir çözüm üretmek gerekiyordu. Valla piyasada çocuk çitleri sürgüler falan var ama ben biraz ucuza kaçtım çünkü işe yarayacak mı emin değildim, deneme süresinde Maya'nın yatağını ve oyuncak sandığını yatağa dayadım ve set gibi kullandım, fotolar 2 ay öncesine ait ama sonra da üşendim şu gün bile hala bu şekilde duruyor. Maya bunları aşmak için hamle yapmaya kalktı ama baktı ben tepki veriyorum ve birkaç oyuncağı atınca yere düştüğünü (ve geri gelmediğini) görüp Eureka! diyerek yer çekimi gerçeğini keşfetti, artık yatağın boş tarafına yaklaşmıyor. Ama yine de uyanıkken ve oynarken odada oluyor, yalnız bırakmıyorum; ne olur ne olmaz.. Aslında en ideali bu nedenle direkt yer yatağı, oh miss ama dediğim gibi ben biraz cimrilik ettim, ucuza kaçtım. Ekmek aslanın ağzında malum..

Dev Yatağı kurar kurmaz, Maya çok heyecanlandı. Yatağın çevresindeki alanı yastıklarla yumuşattım. Tüm pelüş oyuncaklarını fotoda da gördüğünüz gibi pencerenin pervazına dizdim, uyumadan önce ve uyandıktan sonra en az yarım saat bu geniş alanda oynuyor, zıplıyor, kuduruyor, boğuşuyor, çok keyifli. Dikilmeye, tek elle durmaya ve elini bırakmaya, ilk adımlara hep bu yatakta başladı çünkü gerçekten yatağı seviyor ve onun "güvenli ortamı" bu dev yatak oldu. Uyku konusunda ise, gerçekten efsane yarattı bu dev yatak. Uyku rutinini şu şekilde uygulamaya başladım: Banyo, yatağa geçme, 15dk emzirme, iyi geceler şarkısı, kendi uydurma masallarım, "seni neden çok seviyorum biliyor musun, çünkü.." cümlesi, iyi geceler öpücüğü ve sessizlik. İlk iki gün çok zor geçti çünkü Maya memede uyutmama kararıma çok ciddi tepki verdi, çığlıkları tüm evrende yankılandı. O zaman ben de yanına uzandım, onu sevdim, öptüm ve ona yavaş yavaş "evet Maya, artık bu şekilde uyuyorsun, şimdi uyku zamanı" cümlesini belki 1573836 kez tekrarladım. Ve devamlı öptüm, şap şup heryerinden öptüm. Öyle ki bu aşırı öpmeler onu şaşırtana ve olayın tezatlığı ağlamanın önüne geçene dek. İlk günlerde uyuyana dek hep yanında yatıyordum (dev yatak sağolsun) sonra yavaş yavaş uzaklaşmaya başladım, genellikle kolumu ve yüzümü severek, arada burnumu öperek uyuyor. Emmiyor, ağlamıyor, uyuyor yahu! Dev yatak bunu başarmasını / başarmamızı sağladı. Yaşasın dev yatak! :)

Son 2 aydır bu şekilde. Emmeden, sallanmadan, emziksiz, kendi kendine uyuduğu için, gece uyanmıyor. Daha doğrusu uyanıyor ama kendi kendisini yine emmeden uyutabiliyor. Hatta bazen yatakta 180 derece tepetaklak falan buluyorum onu, belli ki kalkmış, yürümüş, geri yatmış, sızmış. Bence 1 yaş çocuğu için kabul edilebilir bir uyku düzeni bu, şu an için istediğim hedefe ulaştım diyorum, çok şükür Allahıma! Tabii ki diş çıkarma ya da büyüme atağı dönemlerinde yemek yemesi gibi uykusu da bozuluyor ama artık bunun normal olduğunu ve geçeceğini öğrendim, içim rahat.  Bu dönemler gelince ben yine yanına yatıyor, şap şup öpüyorum :) Dev yatakta uyuması beni korkutmuyor çünkü eninde sonunda bebek yatağından büyük yatağa geçecekti, şimdiden geçmiş olması bence sorun değil. O nedenle bu dev yatak ya da daha güzeli yer yatağı fikrini herkese öneriyorum, umarım siz de bizim kadar memnun kalır, uyku düzenini çabucak sağlarsınız. Maya'nın 1 yıl sonra raya giren uyku düzeninin bundan sonra da bozulmaması ve mışıl mışıl, kesintisiz ve gece boyu uyumaya devam etmesi için bir de MAŞALLAH ekliyorum ;) Hepimize iyi uykular, tatlı rüyalar!

22 Temmuz 2014 Salı

Acı Biber

Çok komik, birbirine çok yakışan bir karı koca, 3-4 yaşlarında çocuklarıyla yan yana düştü masalarımız.
Anne çocuğa yemek yediriyor. Açık büfe ...
Biz de ex , ben , minnoş bir masadayız..Bu yemek macerası başka bir yazının konusu olsun...
Neyse ,yan masadaki çocuğa yanlışlıkla acı biber vermiş annesi. Bastı ufaklık çığlığı..Ağlamaya başladı .
Anne  "Aaaaaa, şimdi bizim bu yaşadığımıza ne denir biliyor musun? DEJAVU hahhahhaaa"
Anne daha önce de nasıl yanlışlıkla acı biber yedirdiğini, biberin ucuyla  , sapı arasında acılık farkı olduğunu anlatmaya başladı gülerek..
Baba "Ayayayayyyyayyya uffffffffffff ben de yandım ya....hemen domates yiyim...bak sen hiç domates yememiştin ama bak bu işe yarar."
Baba domatesin kabuğunu sıyırarak ufaklığa yedirir. Ufaklık burnunu çekerek domates yer. Biraz daha yavaşlar ağlaması ...Anne - baba beşlik çakar...Domatesi de yutturduk ohohhhh ohh diye...

Böyle yaratıcı , uyumlu, mutlu, güleryüzlü çiftleri görmek , sorunları eğlenceli şekilde çözmelerine tanık olmak
çok eğlenceli...Karşımda kendi yemeğinden mutsuz,oğlanın et yememesine söylenen, off çok güneşli bir yere oturmuşsun diye ömrünü çürüten bir Ex'e rağmen..

21 Temmuz 2014 Pazartesi

1 yaş çocuğuyla rengarenk rutin hayat

Bu haftasonu Beyaz Atlı Prens'i erkek erkeğe felekten bir haftasonu çalmaya Avusturya Alplerine tırmanış ve raftinge yolladık ve biz de kızımla başbaşa keyif yaptık. Kimse ölmedi, öldürülmedi, keçiler kaçmadı, sen sağ ben salim, Pazartesi'yi ettik (çok şükür). Bu sayede bebekle (çocuk ayol artık, pardon) rutin hayatın ne kadar rengarenk olabildiği üzerine düşünme şansı buldum. Bazı anneler "ayh fenalık geldi, devamlı peşinde koşturuyorum, çok çabuk sıkılıyor, devamlı yeni birşeyler istiyor, çok yoruluyorum" dese de ve hatta sırf bebekle (çocuk ayol çocuk) ne yapacağını bilemediği için haftasonu bile bakıcı bulup işe (ya da bazen iş diye hayata) kaçanlar olsa da (ki kesinlikle eleştirmiyorum, son derece anlaşılabilir serzenişler bunlar bence), ayol aslında çocukla DA hayat güzel yahu. Yorumcular bana sık sık "bir gününüzü özetlesene, neler yapıyorsunuz, zaman nasıl geçiyor sizin diyarlarda" diyor ya, e hadi yazayım bari..

Maya sabah erken uyanıyor. Benim için bu sorun değil çünkü ben de erken uyanmayı seven biriyim. Maaile 7.15'te ayaktayız, banyo, kahvaltı derken 8 oluyor ve Beyaz Atlı Prens'i önce kapıdan, sonra camdan, utanmasak en son bacadan el sallaya sallaya işe yolluyoruz. Sonra biz de hazırlanıp çıkıyoruz ve saat 10.30'a dek yürüyüş ve hava güzelse oyun parkı yapıyoruz. 11-12 arası Maya önce evde sonra dev yatağında (bahsedicem bu dev yataktan) oyun oynuyor, yuvarlanıyor, benimle altlı üstlü kuduruyor falan derken uyuyakalıyor. 12. aydan beri günde tek sefer uyutuyorum artık. Çünkü ilk başta sabah 9.30 gibi uyuyor, 1 saat sonra uyanıyor, akşam 3.30 gibi tekrar uyuyor ve 5'e doğru uyanıyor ve dolayısıyla gece 10'dan önce uyumamaya kalkıyordu. Bu da beni bedenen ve ruhen çok yoruyordu çünkü gün içinde uyuyabilen bir insan değilim ve gece 11 gibi uykum gelir, dolayısıyla çocuğu uyutup hiçbirşey yapamadan, gece arkadaşlarla biryere gidemeden, kendime ve eşime zaman ayıramadan sızıyordum. Bu konuyu aynı yaş grubu çocuğu olan çok anne babayla konuşuyorum, herkes çok dertli ve günde 1 uykuya çevirince ferahlıyor insan, tavsiye ederim. Bu alıştırma sırasında bir hafta falan zorlandım ama sabah uykusunu yavaş yavaş öğlene çektim ve akşam uyumak istese de uyutmadım, devamlı dışarıya ya da oyun gruplarına götürdüm ki ilgisini çeken birşeyler olunca daha az mızırdandı ve 1 hafta sonunda da bu yeni ritme alıştı zaten.

Öğle uykusu bana biraz kendi "beynimi" kullanma aktiviteleri ve ev işlerini falan halletme şansı veriyor, tam totomu koltuğa koyduğum anda tabii Maya da eş zamanlı olarak uyanınca ve biraz zaman geçip iyice keyfi yerine gelince, saat 2 gibi falan öğle yemeği yiyor ve 3.30 gibi kapıyorum hemen "günün aktivitesi"ne götürüyorum. Bu aktiviteler de ya oyun grubuna katılma, ya bizim kızlardan bir ikisiyle buluşma, ya uzaktaki bir oyun parkına / parka / gölete yüzmeye gitme ya bebekle yogaya ya da jimnastik grubuna katılma ya da hava bozuksa evde "faliyet" yapma (bu konuda yazacağım yakında) oluyor ve eve 6 gibi dönüyoruz ve Beyaz Atlı Prens'le kucaklaşıyoruz ve yemektir oyundur geceyi ediyoruz ya da onu 6 gibi işten alıp gece alemlerine akıyoruz (ayol bu yaşta ne alemi olacak, ya yemeğe bir yere gidiyoruz ya da birkaç arkadaşla buluşup bir iki kokteyl (benimki hala mokteyl of) yuvarlıyoruz. Bakıcımız olmadığı için ve Beyaz Atlı Prens'in Elfgillerden annesi Maya'yı sadece çarşamba ve pazar sabahları 8 ila 10 arası kabul ettiği için (! evet) doğum günü ve evlilik yıldönümü dışında eşimle başbaşa romantik geceler yaşayamıyorum ne yazık ki, bu ve gece gidilen klasik müzik ve jazz konserleri içimde kalıyor şimdilik (elbet ona da sıra gelecek, inşallaaaaah).

Maya banyosunu, diş fırçalamasını, iyi geceler şarkısını, masalını ve listeye son 1 aydır eklenen "seni neden çok seviyorum biliyor musun, çünkü...." cümlesini duyduktan sonra, saat 9'da uyuyor ve artık memede uyumasa da, kendi dev yatağında kendi kendine uyusa da, yine de yanağımı sevmek, koluma dokunmak yani uyuyana dek benim başucunda olduğumu hissetmek istiyor. E buna da şükür, bu bence 1 yaş için son derece kabul edilebilir bir "uyku düzeni". Bu düzen gece tam 4'te ve tam 6'da saat dakikliğiyle dakika sektirmeden deliniyor (nasıl bir saat var bu çocuğun içinde yahu?!), ilkinde yanına gidiyorum ve yine yanağıma dokunup uyuyor ama saat 6'da artık kurt gibi acıkmış olduğu için 15dk falan emziriyorum ve sonra 7.15'e dek uyuyor.

Çarşamba ve Pazar sabahları ben bebeksiz takılıyor ve 2 saat spor salonuna gidiyorum, bazı geceler de Maya'ya babası bakıyor ve ben akşam 6'dan gece geç saatlere kadar bebeksiz ya da bebeği benzer şekilde babaya satmış bulunan dostlarla "girls night-out" yapıyorum ki bunlar da bebekli rutinin bebeksiz fıstıklı baklavaları oluyor, çok süper oluyor :)

İşte bizim "çok merak edilen" rutin bu şekilde a dostlar.. Rutin bebek ve çocuklar için önemli ama içine renk katabilmek, her gün aynı saatlerde temelde aynı aktiviteleri yaparken aslında özelde tek tek farklı renkleri tanıtmak ve işe "tutku ve sevgi" katmak, inanın insana yaşam enerjisi veriyor. Önemli olan zamanı verimli kullanmak, aşırı sıkı programlar yerine esnek olmak ve çocuğu gözlemlemek, nelerden zevk aldığını ve bunları nasıl çeşitlendirebileceğinizi araştırmak. O zaman ne siz sıkılıyorsunuz, ne çocuk, zaman çabucak geçiveriyor ve gece yatağınıza gittiğinizde "ay iyi ki doğurdum, iyi ki koca bir seneyi evde geçirdim" diyor ve kendinizi verimli ve üretken hissediyorsunuz. Tek düzeliğe bağlamadan rutini kurabilmenin sırrı bu bence.

17 Temmuz 2014 Perşembe

Anahtarlık

Boşanma/boşanamama , oğlanı ex'e vermek zorunda olmanın başlangıcıydı. Bazen carcarcar konuşup bazen de sokaklarda amaçsızca, plansızca tek başıma,günlerce gezesim vardı. Vapur'a binmek iyi gelir ya herkese, binmiştim ama beşiktaş'a değildi bu sefer..Eminönü..Aylak aylak yürüdüm..Sultanahmet'e gittim. No thanks falan dedim birkaç kez...Halbuki bildiğin Türk'üm ama sırt çantam bi yabancı havası mı veriyordu ne? Neyse köfte-piyaz yedim.. Yürüdüm yürüdüm yürüdüm...

Bir Müze önünde durdum..Türk ve İslam Eserleri Müzesi...Meydan kalabalık gelince müze de kimse yoktur hem de serindir, hem de müze kartım var diye içeri girmiştim. Halbuki "Muhteşem Yüzyıl"'ın meşhur pargalısının sarayı imiş , çok ziyaretçisi olduğu bir güne denk gelmişim..İçeri girdim , ama kimse yok gibiydi..Toplasan 3 kişi .. Hiç ilgimi çekmeyen , ama her eserin altında yazan herşeyi okudum..Neden bu kadar az müzeye gittim şimdiye kadar dedim, bundan sonra daha çok gidicem..


Sonra Cizre kapısını gördüm , kocaman , upuzun..Kapı gibi adam dedikleri bu kapıdan mı geliyor ne , haşmetli...Çok görkemli bir kapı ama "kapı tokmağı" daha bir başka.
İnsan bir kapı tokmağına vurulurmuymuş..İki ejderha sanki ortaki aslanı koruyorlarmış...o aslan benmişim de ejderhalar annemle babammış .Esasen iki tokmaklı kapının tokmaklarından biri Berlin'e ya da Danimarka'ya kaçırılmış ..Diğerini de bana verseler , kendi kapıma assam , bir daha kimse bana zarar veremese istedim, hem de çok...


Müze çıkışında hediyelik eşya satan bir yer vardı, bu tokmağın anahtarlığı.. Aldım onu. Gerzek peluşlu anahtarlığımı çıkardım, ejderli aslanlı, anahtarlığımı kullanmaya başladım.
Benim yeni hayatıma alışırken, inançsızlıklarımdan  sonra yeni inançlarımın başlangıcıdır bu anahtarlık. Bundan sonra, kimse beni bu şekilde üzemeyecektir, inanıyorumdur.




Alıntıdır:
Cizre Ulu Camisi’nin ejder figürlü (Dragon) kapı tokmağı 1964 yılında Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ne götürülmüştür. Kapı tokmağının diğer kolu daha önce Berlin Müzesi’ne kaçırılmıştır. Türk sanatı yönünden son derece önemli olan bu eseri Erdem Yücel yayınlamıştır:
Cizre Ulu Cami kapı tokmağında başları sağ ve sola dönük, ön ayakları ile birbirine bağlı iki ejder figürü esas kompozisyonu meydana getirmektedir. Ejderlerin vücutlarının orta kısımlarında birer düğüm, kuyruklarında da doğan veya kartala benzer başlar görülür. Ağızlar açık adeta gövdeyi ısırır durumdadır. Kulaklar sivri, gövdeler balıksırtı motiflidir.



XI.-XIII. Yüzyıl Anadolu Selçuklu sanatında buna benzer hayvan tasvirleri, ejder ve yılan figürleri çok sayıda kullanılmıştır. İslâm sanatında da ejder figürlerinin ayrı bir yeri vardır. Orta Çağ İslâm dünyasında ejderler kapı tokmağı ve hem de yapıyı her türlü kötülükten koruyan bir muhafız olarak düşünülmüştür. Bu motifin kaynağı Orta Asya Çin sanatı olup, buradan Sasani, İskit, Hun sanatına girmiş, on iki hayvanlı Türk takviminde yer almıştır.



Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nde bulunan Cizre Ulu Camisi’nin kapı tokmağı Orta Asya, Selçuklu ejder figürlerinin tipik bir örneğidir



XI.-XIII. Yüzyıl Anadolu Selçuklu sanatında buna benzer hayvan tasvirleri, ejder ve yılan figürleri çok sayıda kullanılmıştır. İslâm sanatında da ejder figürlerinin ayrı bir yeri vardır. Orta Çağ İslâm dünyasında ejderler kapı tokmağı ve hem de yapıyı her türlü kötülükten koruyan bir muhafız olarak düşünülmüştür. Bu motifin kaynağı Orta Asya Çin sanatı olup, buradan Sasani, İskit, Hun sanatına girmiş, on iki hayvanlı Türk takviminde yer almıştır.


Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nde bulunan Cizre Ulu Camisi’nin kapı tokmağı Orta Asya, Selçuklu ejder figürlerinin tipik bir örneğidir

XI.-XIII. Yüzyıl Anadolu Selçuklu sanatında buna benzer hayvan tasvirleri, ejder ve yılan figürleri çok sayıda kullanılmıştır. İslâm sanatında da ejder figürlerinin ayrı bir yeri vardır. Orta Çağ İslâm dünyasında ejderler kapı tokmağı ve hem de yapıyı her türlü kötülükten koruyan bir muhafız olarak düşünülmüştür. Bu motifin kaynağı Orta Asya Çin sanatı olup, buradan Sasani, İskit, Hun sanatına girmiş, on iki hayvanlı Türk takviminde yer almıştır.



Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nde bulunan Cizre Ulu Camisi’nin kapı tokmağı Orta Asya, Selçuklu ejder figürlerinin tipik bir örneğidir.” 

Bıngıldakları temizleme yöntemleri

Bazı annelerin böyle bir derdi varmış ki, geçenlerde o blogdan bu bloga gezerken, derdinize derman bulun sayfalarının birinde "bebeğinizin bıngıldaklarının arasını nasıl temizlemelisiniz?" diye bir yazı çıktı karşıma. Amanın! Bıngıldak arasını temizlemek de ne ki dedim, hemen.. Çünkü benim aklıma kafadaki bıngıldaklar geldi ilk başta, hani kafatasının doğum sırasında esnekliğini koruyabilmesi için açık olan ve 8-18 ay arasında kapanan bölgeleri.. Ama yok, bahsedilen o değilmiş, bebeğin mesela kollarında, bacaklarında, boynunda olan boğumlardan bahsediyor yazar. Bunlara bıngıldak dendiğini bilmiyordum, ya da yazar bunlara bıngıldak denmediğini bilmiyor; hangisi doğru ben de emin olamadım.. Ama anladınız siz neden bahsettiğimi. Lakin bu boğumların nasıl temizleneceğini uzun uzun, ayrıntılı ayrıntılı anlatan yazar anneye şaştım kaldım, bazı annelerin hayatları ne kadar esenlik ve tekdüzelik içinde geçiyor yahu.. Yazı yazacak zaman buluyorlar da bir de üstüne böyle "elzem" konulara bile el atıyorlar, helal olsun ayol. Bu kadınlardan ben "zamanı verimli kullanma dersleri" almak istiyorum, karşılığında kendilerine "zamanı anlamlı kullanma dersi" sunabilirim..

Lakin Maya'nın doğduğu günden beri hiç bıngıldak/boğum temizleme sorunu olmadı çünkü kendisinin arası etten kapanmış, iki parmak darbesi olmaksızın açılıp da temizlenemeyen tombul boğumları da olmadı. Sosyal çevremdeki diğer çocuklar da bebek Budha heykelcikleri misali katman katman olmadıkları için, bundan dolayı bir yoksunluk çekmeden, bu tip boğum arası temizleme takniklerinden bi'haber şu günlere geldik. Ve/fakat; Anne kişisi için "öğrenmek" fiili yaşam boyu süren bir etkinlik be dostlar. Boğum temizliği.. Peh peh.. Daha kimbilir ne enteresanlıklar var hayatta..

Bebek ve çocuklardaki obezliğe dönersek, bu gelişimde çok şaşırdım, bizim ülkemizin insanlarına ne olmuş öyle? Nereye baksam bir yağ kütlesi, nereye dönsem pörtlemiş bir meme ya da döt ya da göbek, erkekler 16 aylık hamile gibi dolaşıyor, kadınlar zaten "dolaşma" fiilini direkt kahvaltı masasından buzdolabına sınırlamış halde. Tatil boyunca rastladığım 9-14 yaş grubu kız çocukların tamamı şişman ve mütemadiyen ellerinde dondurma yalanırken görüldüler ve bebeklerin hepsi istisnasız gıdılı göbekli mini Budha heykelcikleri gibi! Bu neden böyle, biz nasıl toplumca bu hale geldik? Hadi kendinizi umursamıyorsunuz, minicik bebekler, çocuklar neden bu kadar kötü besleniyor, spor yaptırılmıyor, neden? Sahilde karşılaştığım ve Maya'nın yanında tombul bir bahçe cücesi gibi kalan yaşıtının annesi neden ağzına içi bulamaç dolu koca bir kase mama sokmaya çabalıyor ve büyüklerle sofrada oturarak onların yediği yemeği kendi elleriyle yemek dururken, ağzına bulamaç dayatılan çocuk doğal olarak ittirdikçe kadın da sinirleniyor ve Maya gözlerini koca koca açmış bu "kazı zorla besleme" konulu korku filmi sahnesini izlerken, kadın birden bana dönüp "sizinki de yemiyor belli, çalı gibi kalmış, ah ne yapacağız, nasıl yedireceğiz bunlara kardeş?" diyebiliyor ve ben de ona "yedirmemeyi deneseniz, bu yaşta bizim yediklerimizi kendisi yiyebilir, hem belki o kadar fazla yemeye ihtiyacı yoktur?" diyince bana deliymişim gibi bakakalıyor? Neden ayol neden? Normallik ne zaman anormallik oldu yahu?

Sanırım annelik denen ve her aklı selim kadına bile doğumla birlikte tepeden vahiy niyetine inen paket programda, yavruyu normalden daha zayıf görme bozukluğu ile yavruya devamlı birşeyler yedirme azmi oluyor. Mesela zaten lömbürdek olan çocuk, asla büyük bir insanın parmak ucuyla bile ağzına sokmak istemeyeceği 150gr. bulamacı yiyor ya, üstüne de mesela 5 tane çilek yiyor diyelim. Bu nedense anne kişisinin gözünde "amanın çocuk iki lokma yedi bıraktı"ya tekabül ediyor. Oysa diyelim 10 kilo bir çocuktan bahsediyoruz ve anası da diyelim 50 kilo, yani çocuğun 5 katı. Bu hesapla 150x5 yani 750gr yemek yediğinizi (ve de bulamaç halinde, lütfen!) üstüne de 5x5 yani 25 tane çilek yediğinizi düşünmeniz lazım. YUH yani di mi? Ha işte bunu yapmak lazım yoksa çocuğa 5. köfteyi dürterken aslında bizim bu hesapla 25. köfteyi yediğimizi görmüyoruz. Ben ne zaman bana soldan soldan bir "yemiyor, ölecek!" endişesi hasıl olursa bu yöntemi kullanıyor ve rahatlıyorum, size de tavsiye ederim sevgili boğumsever Türk anaları, annaneleri, babanneleri ve alakasız teyzeler..

Biz toplumca bıngıldak temizlemeyle uğraşırken, sevgi vermek ile yemek yedirmenin farklı iki eylem olduğu mantıksal sonucundan uzaklaşmışız sanırım. Gideyim de çalı süpürgesi kızıma bir porsiyon kaymaklı sevgi kadayıfı vereyim, başka neyleyim..?

15 Temmuz 2014 Salı

Senin annen bir salaktı yavrum - ikinci senemiz

Şu annelik denen ısırgan otlarıyla kaplı patikada yana kavrula yürüyorum. Burnum "çamur"dan çıkamıyor, ilk sene yediğim naneleri şu postumda yazdım, paylaştım ki beraberce öğrenelim. E ne oldu, koca sene geçti, ben biraz akıllandım mı? Nayır nsevgili Nalan, aynen salaklığa devam. Çocuğum seni melekler koruyor, periler bu yaşa getiriyor, anan da işte salaklığın boyutlarını keşfe devam..

Listeyi yediğim her nane ile birlikte devamlı güncelliyorum, akıllanana dek de yazmaya devam edeceğim! Başlık fikrini güzel anne Yeliz'den izin alarak kullanıyorum, sağolsun yüce gönüllülük etti, paylaştı, emeğe saygı lütfen.

14 Temmuz 2014, havalandık ve konduk: Oyun parklarının aranan şahsiyeti, salıncak sevdalısı uçan kazım, annenin totosu hala o salıncaklara sığabiliyor ama tek eliyle kucağında kıpır kıpır sözde oturan seni, diğer eliyle salıncağın demirini tutarken aniden havalanan bedenlerimiz havada bir kuğu gibi süzülüp yere bir fil gibi çakılınca, meselenin o totonun küçüklüğü değil hava yastıklarının önemi olduğunu öğrendi senin şu salak annen. Neyseki zemin kum, toto yastık, sen de göbeğime konuverdin.

Temmuz başı 2014, şeker de sanmış ilacı: Meraklı meloşum, gözüpek kemirgenim, ananın canına mı susadın evladım? Neden çekmeceleri açıp içini boşalttığın ve çekmecenin içine girip bana "gel, gel" diye el salladığın yetmiyor, illa ki her şeyi kemirmek ve şu sıra hepimizi delirterek çıkmakta olan teee azılarını kaşımak istiyorsun? Yevrum o kondomu kemirme, kemirdiysen de yerine geri koyma, bunlar hassas zımbırtılar, mazallah ananın başına çorap örülebilir ucuna köşesine bir delik açsan. Salak annen bu vesileyle çekmeceleri boşaltmayı ve şevk anlarında kullanılacak muhteviyatı dolap tepelerine kaldırmayı ve kaldırdığı yeri unutmayı, romantizmin içine etmeyi ve daha başka türlü evli insan hallerini de öğrendi, hayırlı olsun.

13 Haziran 2014, tuvalet paniği: Çamaşır makinası sevdalım, bu sıra iyice ayaklandın, banyoya gidip gidip çamaşır makinasına olan aşkını dile getirmek için yanıp tutuşuyorsun. Kaşla göz arasında seni çamaşır makinasının kapağını açmış ve içine girmiş bulduğum yetmiyor, bir de kapının arkasına oturup kapı açılmayınca panik çığlıkları atıyorsun. Anan hala seni özgürlüğe saldığında şu kapıların arkasında durmamayı öğrenemedi ama, sevgili "Yevvvrum" bari sen biraz akıllan, kapının az gerisine otur, anan gibi salak olma, lütfen.

Senin annen bir salaktı yavrum - ilk senemiz

Şu annelik denen ısırgan otlarıyla kaplı patikada yana kavrula yürüyorum. Burnum çamurdan çıkamıyor. Lakin yalnız değilim, hepimizde az biraz var bu "acemi anne beyni"nden. Ama benim yaptıklarım kulağıma küpe olsun, söz uçar yazı kalır ya, aynı hataya bir daha düşmeyeyim, "seni melekler korudu, periler bu yaşa getirdi evladım" diye diye annelik mevzuunda pişerken, arkamdan gelenlere de feyz olayım (ya da olmadı madara olayım) istedim ve başladım yazmaya; şu masum evladı, bu melek çocuğu büyütürken ne naneler yediğimi. Buyrun okuyun, gülerken ağlayın, ben ettim siz etmeyin! Listeyi yediğim her nane ile birlikte devamlı güncelliyorum, akıllanana dek de yazmaya devam edeceğim!

Başlık fikrini güzel anne Yeliz'den izin alarak kullanıyorum, sağolsun yüce gönüllülük etti, paylaştı, emeğe saygı lütfen.

Nisan-Mayıs 2014, emekleme acemilik dönemi: Emekçi tosbağam, paranoyak annen emeklerken düşüp durduğun ve kafanı gözünü alnını mosmor beneklerle kapladığın için, halısız evimizde heryere minderler ve yumuşak örtüler koydu ya, ha işte onlar pek kaygan olurmuş, en iyisi tüm o yastık ve örtüleri koyduğum gibi toplamak, seni parkeye salmak, düşe kalka büyümeni görmek ve lanolinli kremi vurduğun çarptığın her yerine bolca sürmekmiş.

14 Mart 2014, kağıt kesiği: Kıpır kıpır böcüüm, acıktın tabii, beklemek nedir bilmiyorsun. Ağlama diye kucağımda sen, elimde makas, kartonun sivri köşesine kafa atıyorsun ve alnında Harry Potter çiziğiyle, Allahtan gözüne denk gelmeden kurtarıyorsun.. Tek elle iş, tek elle bebek bakılmıyormuş, sonunda öğreniyor senin salak annen de.

10 Şubat 2014, tatilde mefta olayazmak: Tatil kuşum, su kuşum, Seyşeller'deyiz, masmavi dümdüz denizin kıyısına havlumuzu sermiş, üstüne seni oturtmuşuz, birden bammmmm, tepeden senin sadece 50cm ilerine kocaman bir hindistancevizi düşüvermiş! Sen çok gülmüşsün ama senin salak annen, ya 50cm. uzağa değil de tam üstüne gelseydi demiş demiş ağlamış.. Meğerse tropik tatil yerlerinde en fazla turist ölümüne bu hindistancevizleri sebep olurmuş da salak anan bilmezmiş!

24 Aralık 2013, noel gecesi trajedisi: Hayvan aşığı Elmayra'm, sana içinde bir sürü hayvan resimli ve düğmelere bastıkça hayvanların sesini duyabileceğin bir kitap aldım. Ördek, kedi, köpek, kuş, kuzu derken sıra ineğe gelince, o gür mööööööööğ sesiyle bir irkildin, bir dudaklarını büzdün, bir başladın ağlamaya, susturabilene aşk olsun. Üstelik ne zaman kazayla ineğe bassan aynı trajedi tekrarlanıyor, aylardır boş bulunup aynı hataya tekrar tekrar düşüyorum, neyim peki ben? Baş harfi: salak!

1 Kasım 2013, armut hadisesi: Süt-vampirellam, ilk dişin çıktı diye apar topar ek gıdaya geçti anan. Bir yerlerde okumuş ki, bebeğin eline haşlanmış armut / havuç verilecek diye. Verdi sana koca armudu, tek dişinle ye diye. Sen önce emdin koca armudu, sonra koptu ve kaçtı boğazına bir öbek, annen bir korktu! Meğerse çıkartırmışsın öğürüp, refleksmiş, ne bilecek senin bu salak anan, paniklediğiyle kaldı, kalbi 150 atar..

17 Haziran 2013, fışkıran kaka: Tontiş kuşum, torlak totolum, daha 15 günlüksün ve iki saatte bir bezini değiştiriyorum. Altını açıyorum, yüzünü ekşitiyorsun, kendini kasıyorsun, ben babana "anam n'oluyo, n'apıyo, ağrısı mı var" derken corrrrt, fışkıran kaka gerçeğiyle tanışıyorum. Sadece 1 metre ötedeki duvar değil, babanın ve benim üstümüz başımız, saçımın dibi, ağzımın içi (ağzıma ettin, çocuk!) yani tüm hayatımız o güzel hardal sarısıyla renkleniyor. N'apalım, gülme krizine giriyoruz, senin anan bir salak demiş miydim evladım?

1 Haziran 2013, ilk gece, ilk gol: Minik bebeğim, su damlam, opera sanatçısı sesli böcüğüm, daha saatlik bebeksin ve uykundan uyanıverdin, ilk kez sesini duyduk, şok olduk! O ne ses! Hastanedeyiz. Sen bas bas bağırıyorsun, ben yanında yatıyorum, sana bakıyorum, ne yapacağımı bilemiyorum. Yanımdaki yatakta yatan en az benim kadar acemi anneye "ağlıyor, napıcam?" diyorum, o da "bilmem, acaba kucağına alsan susar mı?" diyor. Hiç aklıma gelmemiş seni kucağıma almak yahu!? Öyle izliyormuşum seni gözümü gözünden ayırmadan, yattığın yerden kımıldatmadan. Kucağıma alıyorum, hakikaten susuyorsun! Senin annen bir salaktı yavrum, daha ilk dakikadan hem de...

14 Temmuz 2014 Pazartesi

"Bak yabancıların çocukları nası duruyo!"

Tatildeyiz malum. Efil efil giyinmişiz, iskeledeki balıkçıda ufak bir mezedir balıktır ziyafet çekeceğiz. Bambiniyi de almışız yanımıza, balıkları elimizle seçmişiz dolaptan, mezeler tazecik gelmiş, son kalamara çatalı kim daha hızlı isabet ettirecek yarışı içindeyiz. Kakara kikiri yapıyoruz, el ele göz göze oturuyoruz sevgilimle. Bambini yerlerde sürünüyor, kedilere atılıyor, tuttuğunu mıncıklıyor, üzerindeki beyaz elbisesi yerlerde sürünürken lekeleniyor, elleri domates lekesi, elbiseye siliyor, kediye yere düşen ekmek parçasını yediriyor, yemezse kendi yiyor. Beton bütün gün güneş altında kavrulmuş, kediler veteriner kontrollü kulakları küpeli kediler, ekmek tazecik.. Arka masadan bir ses "bak yabancıların çocukları bundan böyle sağlıklı işte, hiç bakıyorlar mı çocuğa, yerden yedi bak ekmeği, biz olsak..." Bozuntuya vermiyorum.

Gece ilerlemiş, arka masanın ufak bücürü sıkılmış, birkaç defa "anneğğğ sıkıldııığm" demiş, iplenmemiş. 20 metre uzakta oyun parkı ve salıncaklar bomboş duruyor, iskele araç trafiğine kapalı, kasaba küçücük yer, sakin. Yine de çocuk parka bırakılmıyor, annesi parka gitmektense rakısını tazelemeyi tercih ediyor. Oyuncaklar sıkmış, kedilere su fırlatma ve tekme sallama "oyunu" bıktırmış. Çocuk sıkılıyor. Bir ön masada bambini legolarını söküp takıyor, arada kediye ekmek ve balık atıyor, arada kendine masadan iki lokma balık, domates alıyor, sesi çıkmıyor. Arka masadaki çocuk artık sıkıntıdan çıldırmanın eşiğine gelince ağlamaya başlıyor. Arka masadan yine o ses: "Bana bak hep yaramazlık peşindesin! Bir ağlamaya kalk bak ben seni bir daha getiriyor muyum! Bak yabancıların çocuklarına hiç sesi çıkıyor mu!" Yine bozuntuya vermiyorum.

Arabaya bineceğiz. Maya'yı arkaya çocuk koltuğuna, yüzü ters bakacak şekilde bağlıyorum, kendim de annenin koltuğuna, eşimin yanına geçiyorum. Pencereler açık tabii, yanda eli kolu market poşetli iki teyze: "bak görüyor musun yabancılar çocukları böyle arka koltuğa hem de ters bağlıyor, çocuk ne manzara görüyor, geçti bak anası öne oturdu, ay yazık ayol, ağlamıyor da yazık, alışmış ne yapsın.."

Ertesi günlerden birinde, köyün tepelerinde denize bakan, efil efil esen bir köy kahvesine kahvaltıya gittik. Maya bahsettiğim gibi, çok yiyen, kilolu bir çocuk değil ama ben de yedirmeye çalışan, bunu dert edinen bir anne değilim. Mesela kahvaltıda bizimle masaya geliyor, belki ufacık iki lokma ekmek köşesi, simit kenarı, bir dilim domates, azıcık peynir kemiriyor, bir iki şeyin tadına bakıp, beğenmeyip geri çıkarıyor, yumurtaya uzaktan dahi selam çakmıyor falan. Normal bir Türk tavuk-annesini dehşete düşürecek durumlar. Tabii ki arka masadaki ses geç kalmıyor, hemen yetişiyor: "Ay kadın hiç oralı olmuyor, çocuk hiç bir şey yemedi bak, oynayıp oynayıp yere atıyor, ay benim yediresim geldi vallahi... " Uyuz oluyorum ama bozuntuya vermiyorum ki kadına cevap hemen yanındaki kadından geliyor: "ay şekerim yabancılar böyle, çocuklarına bakmıyorlar, çocuk kendi kendine ne yerse işte.. Baksana çocuğun kollarına incecik, ay bir hırka dahi giydirmemişler, üşür o üşür!"

Eeeee! Yettiniz gari...! Kocamla Türkçe konuşmuyoruz, servis yapanlarla da bağıra çağıra on metreden haykırarak konuşmuyorum diye yabancı yaftasını yapıştırdığınız yetmedi bir de tüm kalıp yargıları tek tek hönkürdünüz. Ayrıca kardeşim size ne, çocuk benim çocuğum değil mi? Son sözü söylemek, hakkındaki kararları almak bana düşer! Aaaa.. Asabi oluyorum ben bu ülkede yahu! Evet, yedirmiyorum çünkü çocuk acıkınca yer! Evet, Maya kuş kadar yiyor ama kendi gelişim eğrisinde büyümeye çok şükür ki devam ediyor. Belli ki bizim kısa ve kalın Türk genleri yerine babasının uzun ince genlerini almış çocuk.. Ayrıca reçele banılmış ekmek, yağlı börek yiyeceğine iki domates köşesi yesin başka yemesin bence daha iyi. Ayrıca evet, cılız kollarına hırka da giydirmedim çünkü hava 35 derece ve siz ve biz askılılarla terleme halindeyiz, çocuklar bizden daha hareketliyken, bizden daha fazla üşümeleri mümkün mü yahu? hele araba mevzuu ayrı bir rezalet, tatilde bebek koltuğu kullanan bir biz vardık, diğer tüm bebekler annelerinin kucağında, önde direksiyonda bile bebek gördüm, ya insanlar hiç mi korkmuyor bu kadar sık trafik kazası olan bir ülkede bu riskleri almaya? Yeter ki ağlamasın derken Allah korusun bir anlık çarpmayla ömür boyu engelli kalırsa hiç mi vicdan azabı çekmezler bu anneler babalar?

İlle yabancı mı olmak lazım çocuğumuza insan gibi, saygılı davranmak için? Gereksiz yerde aşırı korumacılık yerine gerçekten gerekli olduğunda ihmalkar davranmamak için? Ve çocuğun "duran" bir şey olmadığını, bağımsızlık adımları atarken sizin koyduğunuz sınırları devamlı yıkmayı deneyeceğini, ancak bu şekilde nerede nasıl davranılması gerektiğini öğrenebileceğini bilmek için? Ay daraldım!

Messi misin nesin?

Artık büyüdü. Maç falan izliyoruz birlikte, iddaalı olanları elbet. Dün Almanya savunucusuydu. hediyesine seyrettik. Ben Arjantin tarafıydım - kalp kalp kalp kalp....

Sürekli Messi'ye saydırdı..
Nihayet yumurtladı ki "Bütün kızlar Messi'yi seviyomuş...Ne yani çok mu yakışıklı , çok mu gol atıyo ne yaaa"

Hah dedim çok yakışıklı , çok gol atıyo..

Evde Almanya ,Almanya Almanya diye uzun bir tezahurat sürdü...Dayanamadı tabi maçı bitirmeye..Ben de..

Gece uyandı davulcudan hemen önce;

- Anneeeeeeeeeeee kim kazandı ..
- Almanya , 1-0
- Aptal  Messi

4 yaşında Messi formasıyla fotoları var, sabah onları gösterdim. Ben bebekmişim nerden biliym ..dedi..

Messi misin nesin ne biliym?


9 Temmuz 2014 Çarşamba

Zevk değişim-dönüşüm

Evde tadilat bitti. Çok becerikli, zevkli, hızlı  bir ustaya denk geldim. İnanılmaz...
"Ya abla çok güzel oldu ama ya" diye telefon açıp beni işten evi görmem için çağırdı.
Ne istediğimi anlattım, anladı, daha güzelini yaptı, çok makul bir fiyata...

Şimdi koltuk, yatak, dolap zamanı..

Zevklerim o kadar değişmiş ki..

Gri ye bayılıyorum şu an...Fazla renk istemiyorum. sakin olsun herşey. Yormasın. Fazla eşya olmasın. Sehpa üstünde örtü olmasın, perdeler amacına hizmet etsin, çamaşır makinası tek programlı olsun, mutfakta küçük beyaz eşya bir tek kettle olsun, halı olmasın, misafire de kendimize de kullanacağımız tek bir yemek takımı olsun, çiçek belki bir tane olsun, ... Evi sadeleştiriyorum.

Ve tek başına karar vermek ne büyük zevkmiş, paran yettiğince, içine sindikçe, oğluna sordukça...

25 yıl sonra en mutsuz anımda karşıma çıkan Pinokyo bisikletimi duvara asmak için zımbırtıdan alacaktım ki , ufak bir bisiklet parasına, aparat almak ahmakça geldi. Babam Sağolsun , "ben hallederim" dedi.
Görmekten sürekli mutluluk duyduğum bisikletimi  duvara astık.


Evim şahane!

4 Temmuz 2014 Cuma

Aneeğğ tatilim geldiiğğ!

Beyaz Atlı Prens ülkesini dünya kupasında desteklemek adına erkek erkeğe felekten bir gece çalıyor, bambi-kız da kudurdu kudurdu (bkz. yanda kanıtı), sonunda yığıldı kaldı. Ben de önüme Türkiye menşeyli, kilosu 6,5 euro'ya inmiş(!) bulunan 500gr. kirazı aldım, salondaki koltuğa kuruldum, üzerime de bir pike aldım (hala serin bu diyarlar, gözün kör olsun Evropa) ve şu yazıyı yazıp çıkayım, bir de en kadınsal ve en bağımsızından ve de hatta en Fransızından bir film koyacağım Netflix'ten, ooooh, gel keyfim gel! Yalnızlık ve sessizlik ve huzur (ve kiraz) ne muhteşem bir şey yahu.. "Mükemmel gece" tanımım ne kadar da değişmiş?!

Yarın başımıza bir son dakika hadisesi gelmezse (bu sene bolca geldiği için artık inşallahsız maşallahsız yola çıkamaz oldum) 9 gün kadar Türkiye'ye gidiyoruz İNŞALLAH. Canım Ananem'siz, onun 40 sene boyunca her yaz gittiği o güzel Ege kasabasında falezlere kurulu o beyaz eve.. Biraz korkuyorum ve duygusalım, ananemsiz ilk yaz olacağı için ve de Maya ile Türkiye'de ilk yaz olacağı için (geçen seneyi acımızdan anlamadık hiçbirimiz..) Öyle işte..

Bugün uzun bir gün oldu; bavulu hazırladım, kızı yıkadım temizledim, evi ne olur ne olmaz diye temizledim, toparladım, çamaşırları bulaşıkları yıkadım, çiçeklerimi 10 gün dayanacak gibi bol bol suladım, buzdolabını boşaltmak ve gelince evi tamtakır kuru bakır bulmamak adına uydurmasyon tarifle tofulu bezelye pişirip derin dondurucuya attım ve son haftada birden aşırı kaynaşıverdiğimiz alt komşu Katja ve ağzından "Maya Maya Maya" düşmeyen 2,5 yaşındaki sevimli ötesi oğlu Anton'la bizim bahçede vişneli kek ve böğürtlenli beyaz çay sohbetine dahil oldum. Komşuculuk oynadım yani. Aslında ben "evim kalemdir" düsturuyla pek komşular arası sosyalleşmelerden hazzetmesem de, geçen gece gördüğüm rüya üzerine böyle hafif paranoya menşeyli faydacılık felsefesinin damarından giren bir adım attım. Rüyamda kafamı yarıyormuşum (geçen gün kızı yürütürken heyecandan kafayı dolaba geçirdim, hala acıyor, heralde oradan etkilendim) böyle kan revan içindeyim. Bayılmadan önce 10 saniyem var, şu yan komşunun zilini çalayım da kızı emanet edeyim öyle bayılayım derdindeyim. Ayy afakanlar bastı, ev kazaları sırasında insanın bir acil durum planı ve çocuğu anında emanet edebileceği bir komşusu olması önemli.. Valla kafa göz yarılabilir, karpuz keserken baş parmak kopabilir, ayak münasebetsiz masanın köşesine takılabilir falan.. Acil durum planları iyidir.

Bu da böyle. Daha da yazacak bir şeyim yok; bu sıra günlerim odalar arası çocuk kovalamakla, tatil hayali kurmakla ve kirazın kilosunun 7 euro'nun altına düşmesini beklemekle geçip gitti. Umarım tatilde dinlenir, güneşli ve sıcak havanın ve denizin keyfini çıkartır, sevdiklerimizle hasret giderir, annemlerle birbirimizi fazla yemeden ve hırpalamadan yuvamıza döneriz. Özliyciym sizleri..

Bugün

Yaşlı teyze gibi hissediyordum sabah.. Yağmur mu yağacak, kemiklerim mi ağrıyor ne..

Bir kaç gün önce siparişini verdiğim, tamamen unuttuğum kargo geldi.


Var mı bu defterleri hatırlayanlar?

Ofisteki genç mesai arkadaşlarıma gösterdim.."Hıı güzelmiş" dediler.

Yaşlanıyorum. Ama anılarımı severek yaşlanıyorum..

2 Temmuz 2014 Çarşamba

Dede ne güzel bir şeydir

Bu yandaki fotoğrafta benimle kumlarda oynayan sevgili babamın doğum günü bugün, iyi ki doğmuş ve iyi ki benim babam olmuş! Bir kadının babası yanında yürürse, arkasında ona destek verirse ve önünde ona örnek olursa; o kadının sırtı hayatta yere gelmez kardeşim! Bu böyle biline. Anne de güzel şeydir (onu da Ağustos'ta yazacağım ha!) ama bir kız çocuğu için ve büyüse ve koca bir kadın olsa bile, baba, çok farklı bir şeydir.. İyi ki varsın babam, nice yıllara, hep birlikte, torun torbanla inşallah! Allah seni başımızdan eksik etmesin, nasıl benim büyüdüğümü gördüysen, torununun da büyüdüğünü, koca kadın olduğunu gör inşallah!

Velhasıl, babam dede olalı daha da bilge bir insan oldu. Zaten eskiden beridir kendisi en önemli hayat öğretmenlerimden biridir, lakin dede olalı beri adamcağızın başının üzerindeki hale sanki daha bir görünür oldu, ak sakalları olmasa da ak saçları daha bir parladı.. Dede olmak yaradı kendisine ama en çok da Maya'ya yaradı.

Maya şanslı kerata 3 dede sahibi. İki öz, bir Beyaz Atlı Prens'in annesinin yeni eşinden dedesi var. Dede çok güzel bir şeydir bilir misiniz..? Ben pek bilemedim. İki dedemi de farklı nedenlerle çok tanıma şansım olmadı. Kader, kısmet.. Şu dede kucağında oturup masal dinleyen çocuk figürüne bir özlem duyduğumu söyleyebilirim, inşallah bunu Maya bolca yapacak, üç dedeli Hürmüz..

Yandaki fotodaki, Varoluşsal Psikoloji ve Grup Terapilerinin babası, Adrian'ın dedesi Irvin D. Yalom'dur.

Hadi boşanın!!

Sınıfından çok sevdiği bir arkadaşı var. Çok iyi anlaşıyorlar. Ebeveynleri birlikte. Annesi ve oğlumun arkadaşı bize geldiler. Anne çok tatlı. Sohbet muhabbet, kahve falan derken birden gülerek ,

-Bizim oğlan da bizim boşanmamızı istiyor. dedi.
-!?? Çok mu kavga ediyorsunuz yanında , ya yapmayın..
-Yok canım, (tahtaya vurarak) Senin oğlan , benimkine "benim iki evim var, iki bisikletim , iki yatağım var, annemle oraya, babamla buraya gidiyorum ....vs diye öyle bir anlatmış ki, pazar günü yatakta ortamıza yattı, hadi ama boşanın yaaa ben hep aynı evde mi olucamm, diye bağırdı. Sonra öğrendik ki sizin ki imiş ilham kaynağı..

Neyse gittiler falan.. Bilemedim ne düşüneceğimi, ne diyeceğimi. Oğlanla konuşsam mı , ne desem , ne demesem..
Vazgeçtim. Konuşmadım. Onun ne aşamalardan geçtiğini , ne kadar zorlandığını hissedebiliyorum . Büyük ölçüde de atlattığını biliyorum. Çok sevdiği arkadaşıyla da ne konuşup ne konuşmayacağını kendi belirlesin.
Bence...



1 Temmuz 2014 Salı

Sabah sabah..

İşe varmama az kala , sağa çekilmiş,hararet yapmış bir otomobil, otodan inmiş , sırtını duvara yaslamış, güneş gözlüklerinden ağlamasının farkedilmediğini sanan, sigara içen bi kadın gördüm.
Çektim arabasının önüne. İndim. Gideceği yere bırakabileceğimi söylediğim an daha çok ağladı. Zar zor servis çağırdığını söyledi. Yapabileceğim bir şey olup olmadığını sordum . Kollarını havaya kaldırdı , konuşamayarak yine ağladı. Arabaya ağlamadığı belliydi. Sırtını sevdim. "Herşey geçer" diyebildim. "Sabret.."
Döndüm arabama bindim. Malbuş yaktım bi tane...Gözlerim doldu, o ışıklardan sola döner dönmez..
İyi olsun dedim. Şükrettim bin kere...