13 Ağustos 2014 Çarşamba

Su kaynatmak

Hava sıcak ya, işim var ya, e-5'teyim ya, arabam su kaynattı.

Çektim kenara. 200-300 metre ötede polis arabası var . Gittim yanlarına ,arabamı gösterdim.
Bagajda suları varmış, verdiler . Arabamın yanına gittim. Kaputu açtım. Tam radyatörün kapağını açacağım taksi yanaştı,
"abla bekle biraz ,  bez ile aç" dedi. Bez uzattı . Aldım, bez elimde, bekliyorum buharın azalmasını. Gelen, geçen mal mal bakıyor.
Açtım kapağı, suyu doldurdum. Kapağı kapattım. Kaputu hemen kapatmadım.

Gelen, geçen hala mal mal bakıyor.

Mal mal.

Karı mıdır -kız mıdır falan dikizlediklerinden değil.

Hayret ediyorlar, yardım nezaketi falan da yok. Karının teki e-5 te  kaputu açmış napıyo la! Meraktan ölüyorlar.

Lastik değiştirmeyi öğrendim o hafta sonu. Tek başıma ilkinde yapamam ama ...yaparım ya..

Top sektirmeyi, para kazanmayı, küfür etmeyi,  8 saat araba kullanmayı, böcek öldürmeyi, pes oynamayı , öğreneli epey oluyor.

Bütün havanız bunlar için mi?

Kız arkadaş sorunsalı

Bahsetmiştim ya şurada, Maya 14 aylık ve henüz hiç kız arkadaşı olamadı. Bizim şansımız mı, 2013'te erkek bebek patlaması mı yaşandı, yoksa kızlar kilit altında iç mekanlarda mı tutuluyor bilemiyorum ama tam 1 senedir arıyorum, Maya'ya yaşıtı kız arkadaş bulamadım, bulamıyorum, imdat!

Bizim kızlar ve oğlanları yaşasın varolsun hepsi muhteşemler, lakin bari "1 adet" kız olsa, fena olmaz mıydı? Bizim kız erkek fatma olarak büyüyor, bence sorun değil ama geçenlerde fark ettim nadiren bir kız görünce ona da oğlanlara davrandığı gibi "itmeli kakmalı" davranmaya çalışıyor, böyle bir uslu uslu oturayım cici yapayım göz süzeyim yok hatunda. Direkt dalalım, altlı üstlü güreşelim.. Tamam öyle pembeli güllü bülbüllü dantelli kordaĞleli kırıtan bir prenses şeklinde büyütmemeye çalışıyorum ama yani halterci bayanlara da benzemesin ayol. Nasılsa anaokulu yaşında bulacak kızları (burada anaokuluna sıraya giriyorsunuz, onlar mesela "1 adet 2,5-3 yaş aralığında kız çocuğu alıyoruz" diye ilan veriyor, sıradan sizi alıyorlar, illa çocukların yaş aralığı maksimum 6 ay olacak ve kız erkek sayısı eşit olacak diye kural varmış evet) hatta okul çağında tee ergenliğe dek "ıyyy erkekler ööğğğ" diyecek biliyorum ama işte ne bileyim 1 tane kız arkadaşı olsa, iyi olmaz mı? Ben de kız analarından biraz "oturmayı kalkmayı" öğrenirim işte :P Onlarla ola ola ben de yakında kızı pisuvara alıştırmaya kalkıcam..

Velhasıl, kafaya taktım, illa ki bi kız bulunacak! Bizim burada bir yabancı anneler grubu var, oraya ilan verdim (evet valla yaptım bunu!) dedim, "12 aylık kızımın hiç kız arkadaşı yok, manyak değilim, psikoloğum, uyumlu ve eğlenceliyiz ana-kız, ilgilenen olursa bana özelden yazsın". Ayol vallahi koca grupta 3 adet ana-kız varmış bizim yaşta, "hadi" dedim "buluşalım hadi hadi!".

İlki Avustralya'lı (e güzel, bizim de 2 sene yaşamışlığımz var, sohbet açılır) buluştuk parkta. Ana kız süslenmişler geldiler, 30 derece havada anası dantelli mini etek, kızı pembe tütü giymiş. E olsun, n'apalım, artık gülü sevmek istiyoruz, dikenine katlanıcaz, insanların giyim zevkinden bana ne.. Lakin parkta çimenlere yayılamıyoruz, çünkü bu dantelli mini etek bağdaş kurmaya engel, tütü ise "kirleniyor"muş. Tamam, yürüyelim o zaman. Yavaş yavaş yürüyoruz, Maya zaten artık pusette oturmaktan sıkılıyor, yere inmek istiyor, kıza daral geldi o sıcakta. Ablamız birden "kızın kulağını deldiricem, bir yer biliyor musun?" demez mi! Ay, daha el kadar çocuk ayol! Parkın 163580'de birini yürüdük, ilk metro durağında ben kibarca ve de yantiri yantiri kaçar..

İkinci buluşmamız, bir İtalyan ve kızıyla vuku buldu. Yine hava güzel, yine parktayız. Tabii 30dk'dır bekliyorum bebekle ama Akdenizli kanında gecikme normal, sorun değil, olabilir, gölgede duruyorum nasılsa. Geldiler, tütü dantel falan yok, güzel bir başlangıç. Lakin yine oturamadık çimene, anne "ay burda kene olmasın" derdinde. Ayol burası şehrin en güzide parkı ayol ne kenesi, elaleme bak çırılçıplak P'ler V'ler sergide, bu millet paranoyaktır, ilk şüphede koca parkı kapatırlar ayol, rahat ol. Olamadı. Oturduk banka, çocuk devamlı kucağında. Yürümeye yeni başlamış düşüverirse dizleri acırmış. Benimkisi de uzanamadığı ciğerin peşinde takıntı yaptı ille dokunacak kıza. Zaten kız görmeye görmeye delirmiş, ille cici yapacak kızın bukleli saçına, taktı kafaya. Benimki hamle yapıyor, öbürünün annesi çocuğu çeviriyor. Benimki elindeki üzümü, yaban mersinini veriyor kıza, kesinlikle yedirmiyor, baktım elleri devamlı siliniyor çocuğun. Sohbetten de bana daral geldi, konu: evdeki beyaz koltuğu nasıl ve neyle temizliyormuş hanım kızımız. Ayh. En son çocuk hastalıkları ve ev kazaları konusunda bana bir ders vermeye kalkınca anam yeter dedim, bu ne korumacılık ya içim karardı felaket senaryoları dinlemekten ve kibarca yantiri yantiri kaçtım yine..

Üçüncüsü yağmura denk geldi, çocukla gidilen bir cafe var burada (ay evet bizim memleketteki gibi heryer çocukla gidilmeye uygun değil, bazen köpek kabul ettikleri yere çocuk kabul etmiyorlar falan) oraya gittik. Çocuklar kaynaştı, yerde oynuyorlar, biz de kaynaştık. Ya da ben öyle sandım ama sanki bu sefer de karşı taraf yantiri yantiri kibarca kaçtı gibi oldu. Bi anlam veremedim çünkü telefonumu da aldı ama?! Belki arar.. Kendimi buluştuğu kızın telefonunu bekleyen müzmin bekar erkek prikolojisine sokmadan ben mi arasam bilemiyorum, 1-2 hafta beklesem mi? (Düzelteyim: aradı vallahi aradı, heyecan yaptım ayh, yarın cafede buluşuyoruz, ne giysem?!)

Bu arada bir de tam 6 aydır "tanışmaya çalıştığım" bir anne-kız var, hem çocukların yaşı yakın hem de bizim mahallede. Çok sevimli bir anne-kız bunlar, bir de köpekleri var bazen yanlarında. Her sabah bizimle aynı saatlerde aynı trafik ışığında aksi yöne yürüyorlar, genellikle gülümseşiyoruz, selamlaşıyoruz. İlk aslında 6 ay önce fark ettim, aradan 1-2 ay geçti, dedim acaba tanışsam mı? Biraz çekindim nedense aslında sosyal biriyimdir. Sonra tam karar verdim, "hanfendi tanışalım mı?" diyeceğim, aha, annenin karnı şişmiş yine! Ay hamile kadınla şimdi bir sürü derdi vardır, zamanı yoktur, çekindim yani yine. Geçen gün yine içimden geçti, ya ben bu anne-kızla iyi geçinirim, sevimli insanlara benziyorlar. Tam hamle yaptım, bebek arabasının tekerleri ızgaraya takıldı, benim ayaklar mosmor, bakınız yanda seksi şükela bacaklarım.. Kız da o esnada geçip gitti. Bi bakşa bahara artık..

Velhasıl durumlar böyle. Kız çocuğu olan bir arkadaş arıyorum bayanlar.. Dedikodu bilmem, kurdaĞle ve tütü dışında (onlara da kıskıs arkadan gülmek kaydıyla, yoksa bana ne, zevk sahibini bağlar) önyargılı değilimdir, yemek beceremem ama kahvaltıda deryayımdır, sohbetim keyifli, yürürken adımlarım sıktır, okumayı, doğayı, bilimi severim, alıngan değilimdir, biraz tembelimdir, keyfime düşkünümdür, arada alev gibi parlar hemen de sönerim, kin tutmam, ha bir de samimiyimdir, arkadan dolap çevirmem asla, çevireni de affetmem ama. Kızım da yorgunken biraz opera sanatçısı kıvamında olsa da, uyumlu ve sevecen bir çocuktur. İzdivacınıza taliĞbiz. Arayın tanışalım pıh pıh.

12 Ağustos 2014 Salı

Doğumgünü

Aldattığı kadının doğumgünü , doğumgünümden  hemen biraz önce.
Bunu hatırlıyor olmak , beni gıcık ediyor.

Ex ile evliydik. Sorunların tavan yaptığı zamanlar.
Bir sorun nedeniyle gitmesi gerektiğini söyledi akşam saati, annesinde kalacaktı.  (hah)

Sorun yoktu.

O gece , beni aldattığı kadının doğumgününü kutlamak için gittiğini öğrendim .

Ben doğumgünlerini çok severim. Herkesin bir gün bebek olduğunu hatırlamak , sevdikleriyle sarmalanmak, güzel dilekler, düşünceli hediyeler, pasta...daha ne olsun.

Ex ile yolları ayırdım. İlk doğumgünüm. Ailem, arkadaşlarım durumdan habersizler o an.

Oğluma benim doğum günüm olduğunu söyledim. Oyuncakçıya  gidelim dedi. Gittik.

Bana Barbie seçti. Mor mini kıyafetli, simli, taşlı...Barbie lerin en havalısı.. Bir tane taç aldı , kraliçelere layık , ışıklı, tüllü falan :)
Sonra pasta aldık eve geldik.

Barbie yi açtım , pastanın yanına koydum. Tacımı taktım , oğlumu kucağıma aldım. Dilek diledim, üfledik mumları, bitirdik pastayı. 

Oğlum uyudu. Televizyon açtım. Trt'de müzik vardı.

değmen benim gamli yasli gönlüme
ben bir selvi boylu yardan ayrildim
evvel bağban idim yarin bağinda

talan vurdu ayva nardan ayrildim.

Hala dinleyemem bu şarkıyı..


10 Ağustos 2014 Pazar

Zil

Evde tadilat, apartman yöneticisine de yaradı. Dış kapıdaki zillerini değiştirdi , nizama soktu.

Zillere isimleri yazmış.

Güvenlik sebebiyle ismi değiştireyim , Oğlumun adı ve benim adımı yan yana yazayım. Sonra ne kadar gereksiz bişi  dedim. Sonra doğrusu bu  dedim. Sonra ne kadar kafaya taktın dedim. Ad yazmasam olmaz mı?  Çok delikanlısın, ya yaz işte...

Bazen, bazı konulara  anormal takılıyorum ama ANORMAL!  Örneğin oto koltuğu... Çocuğa ilk oto koltuğu alacağım zaman , bir zamazingo yüzünden arabayı değiştirdim . İstediğim ultrasüper güvenlikli oto koltuğunu alabilmek için. Kimse inanamadı. Öyle kazalar hayal etmiştim ki, "Amerika'da kanyon sınırlarında ,uçurumlardan uçurum beğenerek yuvarlanırsam eğer koltuk sağlam olsun, çocuk iyi olsun" kafasını yaşıyordum.

Kapı ziline de aynı şekilde takılıyorum ama ucundan döndüm sanırım. Ne olabilir? Oturduğum mahalle , tek başına yaşayan yaşlı teyzeler, amcalarla dolu. Çok şükür başına bişey gelmiş olan yok.

Adım öyle kaldı zilde. Son kararım. Gerçeğim.

Onu silersem, kalbim kurusun.

Güzel gün (!)

Çok şükür iyileşti Maya (ve sonra da ben - bu Allahın belası 18-20 derecelik yaz havasında üşütmüşüz azizim, boğazım ağrıdı çok fena), güzel dilekleriniz ve "kocamı nasıl satırla doğradım, kıyma yaptım, rahatladım, sen de doğra bacım, rahatlarsın" konulu temennileriniz için teşekkür ederim. Vallahi iş o noktaya gideyazarken, çektim bir köşeye "sen beni biliyor musun herüf!" dedim.. Demedim tabii ki, iki uygar insan gibi konuştuk, sonra ben kendisine bebeğin bacağı kangrene döndürülmeden bezi nasıl bağlanır, sandaletini giydirirken küçük parmağı da diğer parmaklar gibi neden ayakkabının içine sokulmalıdır, 14 aydır suluğu nerede durmaktadır, bir kaşık yoğurt (evet artık yoğurt serbest, kefiri de çok severmişiz sülalecek) tüm mobilyaları renklendirmeden nasıl yedirilir, içinde bilimum kimyasalların olduğu temizlik malzemelerinin durduğu kapı neden örtülü olmalıdır gibi konularda teorik ve kafaya kakmalı pratik dersler verdim, çocuğu uyutup koklaştık öpüştük kırmızı kurdaĞleli olaylar zinciri yaşadık falan, iş tatlıya bağlandı. Dur bakalım cicim ayları ne kadar sürecek..

Bu sabah kızı babannesiyle dedesine satıp önce 2 saat spora gittim, ordan tazecik ekmek alıp geldim - e spor başka ne için yapılır, yemek için! Balkonda kahvaltı keyfi efil efil. İnanamayacaksınız ama bu yaz ilk kez balkondayız! Vişne ağacımızın artık hiç vişnesi kalmadı, kimse toplamadığı gibi kuşlar da yemedi ayol, öyle büzüştü döküldüler cağnım vişneler. Sırf bunun için koca bir merdiven alacağım seneye! Kahvaltıdan sonra kızı aldık babannesinden, eve getirip zorla öğle uykusuna yatırdık (hastalık sağolsun, tüm uyku düzeni sizlere ömür, ya memede uyuyor ya da bangır bangır ağlıyor son perdeden). Tabii uyanınca öğle yemeğini yine yemedi. Hastalıktan önce azıcık gıdısı çıktıydı, sevindiydik, 4 günde 300gr kaybetmiş, yine hap kadar kaldı. Yemek de istemiyor, işte yandaki fotoda koca peyniri nasıl ortadan yediği ve gerisini attığının kanıtı! Güler misin ağlar mısın? Bekliyoruz bakalım, nereye kadar bu açlık rejimi.. Bu arada ben sinirlerim iyice gerildiği bir an kendim yediğim enerji barından verdim, içinde E'lerden ne ararsan hepsi ve barın ağırlığından çok şeker var ya, öle bayıla, ağzını şaplata şaplata yedi koca barı. Nasıl böyle cahilim bilemiyorum bacılar, yedirdim yedirdim ağladım, ellerimle zehirliyorum kızımı diye.. Bekliyorum, kaburgalarını sayıyorum ve inşallah yer yakında diye dua ediyorum.. Umut fakirin ekmeği.

Sonra kızı babasıyla Modern Sanat Müzesi'ne birkaç Warhol vesaire görmeye yolladım. Bense kendime kocaman hatta devasa hatta kozmik bir ballı zencefilli sıcak süt yaptım, girdim yatağa, blogları, gazeteleri okudum. Bir iki de bisküvi daldırdım süte ayol, ayıptır söylemesi zulada böyle durumlar için birkaç bisküvim her zaman olur, bandırarak mutlu olan-gillerdenim evet. Aşırıya kaçmadıkça, muffin yerken göbeği muffin top yapmadıkça, mutluluk arttırıcı bu tip kaçamaklar elzem, yahu..

Bu güzel günde, kendimle başbaşa kalmak, kimsenin ağlamaması, hiç kimsenin hasta olmaması, kimsenin hizmet beklememesi ve "yaymak" ne muhteşem birşeymiş. Allah ikisinin de yokluğunu göstermesin ama ara sıra bebeksiz kalmak, kocasız kalmak muhteşem bir şey! Günün geri kalanında, bizimkiler sanat dozundan bitkin dönünceye dek, 1990'lar belgeselini izledim ve koltuktan 2cm bile kıpırdamadım! Amanın ne lüks bu boşluk hissi! Baterilerim şarj oldu vallahi.. Gel yeni hafta, gel! (... aman kibar kibar gel gözünü seveyim...)

Yaşlılar ve bebekler

Haftasonu Berlin'deydik, Beyaz Atlı Prens'in 96 yaşındaki anneannesi "Oma"yı ziyaret ettik. Oma 6 ay öncesine dek kendi evinde, kendi başına yaşarken, artık yaş nedeniyle ciddi hafıza sorunları yaşıyor ve kendi kendine yaşaması söz konusu değil. Burada bizim kültürümüzdeki gibi yaşlılar son yıllarını genellikle aile yanında geçirmediği için, adet olduğu üzere Oma da bir bakımevine yerleştirildi. Orada uzman yardımı alıyor ve günün herhangi bir vaktinde ziyaret edilebiliyor. Ne yazık ki, Oma 96 sene boyunca kendi ayakları üzerinde durduğu için, kendi kararı dışında aile meclisinin ortak kararı ile bakımevine gönderilmesini kabullenmesi zor oldu. Sanırım yaşam enerjisini yitirdi, hani derler ya, "vazgeçti.." diye; ne iki lokmadan fazla yemek yiyor, ne de yataktan çıkmak istiyor. Sanırım fazla zamanı yok artık, o nedenle tornunun çocuğunu, Maya'yı görsün istedik..

Zor oldu. Onu iki sene önce, son defa gördüğümde zehir gibi bir kadındı. Şimdi ufacık, yardıma mahkum. Bebek gibi. Ziyaretimiz sırasında öğle yemeği servis ediliyordu. Biz nasıl Maya'ya yedirmeye çalışıyorsak aynen kızı da ona yedirmeye çalışıyor. Maya gibi o da reddediyor. Maya gibi o da küçücük, zayıf, hap gibi, kırılgan.. Maya nasıl yürürken zorlanıyorsa, elimizi arıyorsa, dengesini bulamıyorsa, o da öyle zorlanıyor. Tek başına ayağa kalkamıyor, yaprak gibi titriyor. Maya gibi onun da söylediklerimizi tam anlayıp anlamadığından emin olamıyoruz, psikolojisi birden değişiveriyor, Maya gibi korkuyor, endişeleniyor, birden seviniyor.. Maya gibi uykusu, sık sık kesiliyor, bazen uyuyamıyor, bazen uyanmak istemiyor. Ananem hep "bebekler uyuya uyuya büyür, yaşlılar uyuya uyuya ölür" derdi.. Üstelik Maya gibi, görmediği akrabalarını unutuyor mu, bizleri tanıdı mı, emin değiliz.. Kısacası, ileri derecede yaşlılık ile ilk derecede bebeklik ne kadar benzer. Hep bunu düşündüm ziyaretimiz boyunca. Benjamin Button gibi.. Başladığın noktaya geri dönmek gibi.

İçim cız etti hep.. Yaşlılık ne zor şey, yalnızlık ne zor şey. Bebeklikle yaşlılık bunca benzerken, bunca kontrastın olması ne kadar ürkütücü. Birinde artık gün be gün kötüleşiyorsun, diğerinde gün be gün iyileşiyorsun. Biri yaşamının en sonunda, diğeri en başında..

Yaşlılarla bebekler genellikle iyi geçinirler. Birbirlerini anlarlar genellikle. Belki de bundan..

7 Ağustos 2014 Perşembe

Sıvı Sabun

Ne zaman hayatıma, tamamen yerleşti düşünüyorum bulamıyorum. Sanki birden unuttum mis gibi pembe-beyaz çizgili  duru sabunu, birden yıvışyıvış hayatımda bitiverdi.

İlk parasız kaldığım günün , ilk alışverişi- ki alyansı kuyumcuda okuttuğum para ile - evde sıvı sabun yok. Listede adı var, alıcam.

Gittim markete. Sıvı sabunların karşısında dehşete düştüm.

Kimsin kızım sen? Ben duru kalıp sabun severim aslında, palmolive de olabilir. Seni neden , nasıl bir ezberle alıyorum. 5 kalıp sabun fiyatına , küçük pompalı sıvı sabun hı? Daha avukata para verilecek, araba bakıma sokulacak, sıvı sabun kim ya?  Sıvı sabun standı karşısında 15 dakika geçirdiğime eminim.
Dehşet...
Böyle böyle  hayatıma yavşayan daha neler vardı acaba?
Markette gezindim. Havlu kağıt..Al işte..Peçete var zaten, Mutfakta tezgah bezi var, ne işe yarıyor - hiç! Onun işini yapan varken bir de bekçi gibi havlu kağıt almışım, fillilerinden.
Parke-seramik-cam temizleyicileri hepsi ayrı ayrı..Bu ne ya? Aldım bir pril, hepsini prille temizledim.
Cam önünde menekşelerim vardı. Anneannem vermişti. Onlara vitamin falan lazımdı.
Ya ben menekşe sevmem ki, yani özel olarak sevmem. Bir menekşem eksikti, ilk fırsatta anneanneye geri götürülecekti. Kendisiyle çiçek yarışını , vitaminle de olsa kazanamayacaktım, neyin vitamini, kendime b vitamine alsam daha iyi, sinirlere iyi gelir.

Sıvı sabun aydınlanmasından sonra çok değiştim.

Evde gereksiz ne varsa gittigidiyor.com da satmaya başladım. 1 liradan açık arttırma açarak.


Çocuk hastalıkları ve stres

Bu yaştaki çocuklar yılda ortalama 9 kez, anaokulu çağında ise 12 kez hasta oluyorlarmış, bu gerçekten doğruysa, hastalıklara karşı verdiğimiz tepkileri tekrar gözden geçirmemiz gerekecek; çünkü Maya hastayken ben / biz sadece fiziksel anlamda değil, psikolojik anlamda da çok zorlanıyoruz.

Bu hafta başında Maya 3 numaralı hastalığını geçirdi. Bu seferki de aslında önceki iki hastalıktan farklı değildi; huysuzluk ve iştahsızlıkla başlayan, 3 gün boyunca 40 C' ateşle devam eden, büyük olasılıkla virütik bir hastalıktı yine. Yüksek ateşe dair geçen seferkiler kadar elim ayağıma dolaşmadı ama artık bebeklikten çıkan minik hastanın bakımı çok daha zormuş. Tam da "14 aydır emziriyorum, artık kesmeli" derken, meme gerçekten kurtarıcım oldu. Ağzına lokma koymadı ama 24 saat, 3 gün devamlı emdi. Kısa aralıklarla kucakta odalar arası gezdirme dışında biz ikimiz devamlı yataktaydık. Ve ben bir şey daha öğrendim, 48 saat uykusuz ve sonra 2 saatlik uykuyla bir 24 saat daha uykusuz da yaşayabiliyormuş insan.. Fiziksel olarak dayanabiliyorsun da, psikolojik olarak.. İşte o ayrı hikaye.

Yorgunluk, yetersiz beslenme (zaman mı oldu?), tüm sıkıntımı içime atmak (bloğa yazamadım ailem okuyor ve aşırı endişeli insanlar), kimsenin sırtımı okşamaması (Beyaz Atlı Prens'in birden "kocam denen ilgisiz herüf" ayarına dönmesi) beni bitirdi. Çocuğun hastalığının stresiyle annelik yeteneğimi, eşimle ilişkimi ve genel olarak hayattaki başarısızlıklarımı kafama taktım. Strese karşı pek dayanıklı değilim ve özellikle neden-sonuç ilişkisi içinde gelişmeyen olaylar beni aşırı korkutuyor.

Stresle mücadele edebilmek çok önemli. Genellikle hepimizin bir yöntemi vardır; kimimiz oturur "ağlar ve rahatlar", kimimiz işi mizaha vurur, durumu kabullenmeyerek alternatif evrene geçeriz, kimimiz ise sinirlenir, en yakınımızdakilere kafayı takarız. Ben hayatımın çok farklı streslerinde, kendi kafamda olayı çözene, beni korkutan ya da endişelendiren olaylara dair mantıklı "neden-sonuç" ilişkisi kurana ve gücümü toplayıp aktif mücadeleye başlayana dek, bu yöntemlerin her birini kullandığımı görüyorum. Bu günlerde en çok kullandığım yöntem ise; endişeden uzaklaşabilmek için kafayı en yakınındakine takmak. Beyaz Atlı Prense kafayı takmış bulunuyorum, evet. Ne yapsa hata, ne yapsa eksik, devamlı homurdanıyorum, psikolojik savaş halindeyim. Onun da benden bu derece sevgisizlik karşısında eli ayağına dolaşıyor, hani tahtaya kalkınca doğru bildiğini unutan öğrenci gibi, normalde yapmayacağı şeyleri yapıyor. Hepsi saçma sapan küçücük şeyler, mesela makinada beyazları yıkayacağım (evet yine BEN) içinden koca siyah bir tshirt çıkıyor, deliriyorum. Mesela bebek ağlıyor, yataktan su istiyorum, 14 aydır aynı yerde duran suluğu bulamıyor, illa bebekle BENim yataktan kalkmam, gidip suluğu bulmam gerekiyor. Saçma sapan küçücük şeyler, biliyorum ama işte deliriyorum.. Gece boyu, BEN ağlayan bebekle salonda turlarken, o kulağında tıpalarla horul horul uyuyor. Gündüz işte, BEN yine yatakla oda arası turlamaktakta, o akşam geldiğinde "yoruldum, bugün erken yatayım" diyebiliyor. Evet, uykusuz işe gitmek zor biliyorum ama sanki havaalanında radar kontrolörü adam! Deliriyorum.. Sonunda da patlıyorum evet, saçma sapan birşeye sinirleniyorum.

Oysa beni korkutan "neden?", yani neden hasta oldu? Noe'nin oğluyla birlikte bir muzu dişledikleri için mi? Babannesiyle yürüyüşe gidip ayakları çorapları ıpıslak döndüğü için mi? Trende hapşıran birinden mi? Bizim ev pis mi? Ellerimizi yeterince yıkamıyor muyuz? Bağışıklık sistemi mi yetersiz? Beslenemiyor mu? Çok mu zayıf? Ya değil işte, ilk cümleye bak yılda 9 kez diyor.. Yine de neden neden neden? Asıl soru: ben bu çocuğa bakamıyor muyum, yetersiz miyim....

Nasıl yapacağım bilmiyorum, belki bir uzman yardımı almam gerekiyor. Açıkcası düşünüyorum da. Strese karşı çok zayıfım ben. Mesela ağlamasına karşı çok zayıfım, dayanamıyorum, rahatsız oluyorum ve bu ona da yansıyor. Ya da hastalandığında gülüp oynayamıyorum, yıkılıyorum, suratım beş karış, sinirliyim, onu öpüp sarılsam da içimde fırtınalar kopuyor. O da anlıyor çünkü çocuklar hep anlar.. Bunu nasıl yeneceğim bilmiyorum, sakin kalabilmeyi, normalleştirmeyi ve kabullenmeyi nasıl başaracağım. Allah daha büyük hastalıklar vermesin, beni ve yavrumu sınamasın inşallah ama hayat bu, olabilir ve ben hazırlıklı olmalıyım. Anne olmak güçlü olmak demek çünkü, oturup zırlama ya da sinir küpü olma ya da kaçıp gitme lüksü yok artık.

Maya iyileşti. O zor 3 gün çok şükür geçti. Şimdi oturup hastalık sırasında yaşanan stresle başa çıkma yöntemlerini araştırıyorum, gerekirse bir uzmandan yardım alacağım. Sizler bunu nasıl yeniyorsunuz, sakin kalmayı nasıl başarıyorsunuz, fikirlerinizi duymayı gerçekten çok isterim....

düğün evi, cenaze evi = evlen

1-Annemin çok yakın bir arkadaşı, 6 ay önce eşini kaybetti.
Cenaze boyunca kolundaydım . Dedim ki bir ara, "ne mutlu sana onun gibi bir kocan oldu, 40 yıllık evlliliğiniz/ömrünüz kırıp dökmeden ne güzel geçti" .
Patavatsız da değilimdir aslında ama yeri değildi o lafın.

2-Annemin kuzeni, 5 sene önce eşini kaybetti.
Kaçarak evlenmişler. Adam son on senesini kalp hastalıklarıyla geçirdi. Karısı , kocasının onu hemşiresiyle aldattığını öğrendiğinde adamın az bi ömrü vardı , ses etmedi.
Kadın madde1'deki kadın gibi çok üzgün, bitkindi. Aldatıldığını öğrenmemiş gibi.

madde1'deki kadın, cenazede söylediğim lafı "koca bulamadım bir türlü" gibi mi algıladı bilemiyorum ama, önce annem üzerinden "başkasınıbulbidaaaevlen" çağrılarını direkt yapıyor. Yani aslında sana demek istedim ki teyzecim "hepimiz ölücez, siz şahane bir çifttiniz. Onsuz yaşamak artık çok zor olacak . Ama 60 yaşının 40 yılını onunla geçirdiğin için şükretsen..Ruhunu rahat bıraksan"  demek istedim.
Bıdıbıdı çok konuşan helehele akıl veren biri değilim ancak bi gaflet işte...

madde 2'deki kadın evleniyor. Karısını kaybetmiş bir adamla. Sıradan bir nikahla falan değil, tekneli, müzikli, şıkır şıkır bir düğünle evleniyor.

Annem üzerinden mesajlarla , "evlen evlen" lafları geliyor .
Tabi annem bunları bana "ya bak sakın bana carlama, madde 1 teyzen evlensin bulsun birini, madde 2 deki teyzen de çok mutluymuş sen de mutlu ol istiyolarmış. Ben söylüyorum onlara seni ama..."

Anneme aradan çekilmesini , teyzeleri bana yönlendirmesini söyledim. Kadınlar kendi aralarında konuyu dolandırdıkça sakız oluyo..Konuştuklarını yüzüme karşı söylemelerinin zor olacağını düşünmüştüm, konu da kapanırdı ama öyle olmadı. Aradılar ve gayet rahat aradılar, konuştular.

Madde 1 asla evlenmeyecek. Sonsuz bir bağ ile bağlı kocasına. Kocasının kendisine en büyük itirazı, ses yükseltmesi "ayyyyy madde-birrrrrrrrrr"  şeklindeydi.
Madde 2 hakkında pek bilgim yok ama şimdi hayatının aşkını bulmuş gibi.

Aşk çiçekte, böcekte falan diyemeyeceğim ama "huzur" diye bişey var. Sımsıkı sarıldığım. Yerine birşey koymak istemediğim, değişmesini istemediğim.

Evlenmeden önce flört gerek, tanımak gerek, aileler var, çocuk var. Yazarken bile düşünmekten, çoğaltmaktan sıkıldım. Çok gereksiz , yorucu hamleler.

Şimdi benim oğlumla geçirdiğim , arkadaşlarımla demlendiğim , aylak aylak yürüdüğüm, araba kullandığım, boşboş tavana baktığım, evimi düzenlediğim, seyahat ettiğim, dedikodu yaptığım, radyo dinlediğim, yıldızlara baktığım, alışveriş yaptığım, anime çizmeye çalıştığım  zamanların yerine ya da yanına biri lazım he mi?

Yedirmem.

5 Ağustos 2014 Salı

Pedagog mu, manyak mı, ben mi?

Evler ayrıldı, boşanma süreci devam ediyor. Oğlanı pedagoğa götürdüm. 2 sene önce...

Dedim ki - ya bu çocuk benimle babasıyla ilgili hiç konuşmuyo, içine kapandı..
Dedi ki - sen çocukla konuştun mu olanları, sen içini açtın mı?

"Bugün çocukla konuşacam haftaya sen yalnız gel" dedi.

Gittim haftaya..

Dünyadaki milyorlarca insan gibi boşanıyoruz yani normal ki böyle şeyler kafasındayım ya, onu anlatıyorum , kadına da bozuğum , çocuk için geldim beni mi söğüşlüyo , salak mı duruyorum falan...

Sonra beni bir çözdü kadın. Nefretimi. Ne yaparsan rahatlarsın dedi?

Ölsün dedim.

Tamam dedi.

Gitti , içerden koca bir yastık getirdi. "Bu Ex olsun" dedi.

"Hadi göm".

Eğildim, parkeleri kazmış gibi yaptım falan amam gülüyorum yani, dalga mı geçiyo bu kadın , zaten para yok , buna mı vericem diye düşünüyorum. Neyse yastığı güya kazdığım çukura attım. Üzerine güya toprak atmaya başladım ve bir ağlama patlaması yaşadım evlere şenlik. Hem gülüyorum, hem ağlıyorum, "ya karı bana yap" diyo ben de yapıyorum , az mal değilmişim, parkede ex hayvanı mı gömülürmüş diyorum, sonra ağlama normale döndü. Başarılı bir mezarcı edasıyla , bir adım geriye çekilerek baktım. "Ne hissediyosun" dedi. Ayağımla parke mezarın üzerine bastırdım. Çıkmaz di mi burdan, yok çıkmaz dedi. Ohh dedim.

Deli meli...Dünya dönüyor sen ne dersen de işte...


3 Ağustos 2014 Pazar

Görümce diye bişey var.

Oğlan Ex'in yanında.. Bir şey için aradı Ex beni. Gürültülü sesler geliyor arkadan, "nerdesiniz" diye sordum.

"Arabadayız."

Sonra arkadan bir kadın sesi, oğluma seslendi. Ex görümce!

Bütün tüylerim diken diken oldu. Kan beynime sıçradı. Oğlumla ilişkilerine karışmamakla birlikte , müthiş rahatsız oluyorum.

Kapattım o sesi duyduğum an telefonu.

Ex aradı , açmadım.

Neden bu kadar rahatsız oldum? Ex'in babasını boşanmadan 1 sene sonra, kapı önünde gördüğümde "Naber?" demişti. O aklıma geldi. "Naber?"

Görümce dediğin kardeşim yaşında. Ex askerdeyken ilgilendim, harçlık verdim, yalanlarını sakladım. Klasik bir rekabet , bir kıskançlık yok yani. Benden küçük işte..
Ama ne zaman boynuz olayı yaşandı o zaman herşey değişti.
Ex görümce, diğer kadının evine yemeğe, yılbaşı partisine falan gitti. İnanmamıştım Ex'e ," ne var ki bunda" demiş ex görümce...
Birşey yoktu gerçekten. Onunla ilişkimizi gözden geçirmiştim, ve sadece gerçekten benden birşey alabilecekse benimle iletişime geçmişti. Evliliğin zor ve son zamanlarında , kavga konusu aileler de olmuştu elbet, kardeşler de yeterince pay almıştı gıyabında..

Ex aradı, açmadım. 2 saat sonra bir daha aradı. Açtım. Evdeydim, yalnızdım.
-Sen neden birden telefonu kapattın ya anlamadım.
-Bence anladın , uzatma istersen.
-Ya gerçekten anlamadım.
Yüksek sesle konuşmaya başladım , ama kontrollüydüm.
-Ex görümce sesini duyunca rahatsız oldum. Bunu anlamaman da ayrı bir konu, anlayıpta ağzımdan duymak istemen ise apayrı bir konu.
-Emin olmak istedim ama şaşırdım sadece, çünkü o seninle ilgili hiç kötü birşey söylemedi, yani bizim onla bir sorunumuz yok der herzaman
Kulaklarımda derin bir sessizlik ardından çınlamalar...Tansiyon böyle çıkıyor sanırım..
Avaz avaz bağırdım, mahalle karıları falan halt etmiş yanımda..
-..................................................................................................................................
3 dakka falan sürmüş olabilir.

Ex ile boşandıktan sonra da uzun süre kavga ettik bu kalite de.. Bundan vazgeçtik ve çocuk için sağlıklı bir zeminde buluşmaya çalıştık. Ve oldukça da başarılı olduk bence.. Ama ikiyüzlülük , riyakarlık, aptala yatma, aptal yerine koyma, "aaa  ondan ne var , aaa ona mı kırılmış , aaaa ben severim onu ya" gibi şapşal beyanları, beynimi yerinden oynatıyor.

Ex'e dedim ki biraz sakinleşince ,
-O benim hakkımda kötü ne söyleyebilirdi? O söylemedi diye ben onu çok güzel mi hatırlayacağım. Ölüyorum ikiyüzlülüğünüze..
-Exgörümce için ben kavga etmek istemiyorum. O kadar yorulduk, oğlan için belli bir uslüptayız, özel olarak ben bişey yapmadım. Bir daha da yanımda olduğunda aramayacağım , söz.
-Tamam.

Çok uzun süredir böyle patlamamıştım. Telefonu kapatınca, bütün enerjimin bittiğini hissettim öğle saatinde. Yattın , 2 saat uyudum.

2 Ağustos 2014 Cumartesi

Matruşka

Bu ara çok görüyorum internette,  nevresimlerde, kırtasiyelerde, çantalarda.

Rusça telaffuzu matriyoşka'mış.
"Matruşka hem oymacılık hem de resim açısından Rusya’nın imajı ve ruhudur." demiş wiki..

Bunu sevmeyen bir ben miyim? 
Hani çocukken ilk gördüğümde şaşırmıştım , tamam ama  gittikçe küçülen küçüldükçe çirkinleşen, sabit-sevimsiz-şuursuz-sahte gülüşlü , toz alması ayrı dert olan bu bebekleri sevemiyorum. 

1 Ağustos 2014 Cuma

Bruce Lee

Babasında seyretmiş. Şimdi çok büyük bir hayranı imiş kendisinin.

Saçlarını onun gibi tarıyor. Bakışları keskin, "anne , bak" diyor.

Bacaklarını, kollarını onun gibi hareketlerle donatıyor. Gerçek adı  Lee Jun-Fan mış..

Ama gel gör ki , Bruce Lee'nin öldüğünü öğrendi.

Feci yasta. Ağlıyor , "ama ben onu görmek istiyordum" diye..

Çocuklara ölümü anlatmak ne zormuş.

Hong Kong'ta heykeli varmış. Ona gideriz büyüyünce dedim..Şimdilik "tamam" dedi..




Mekanın Cennet olsun Bruce Lee...

------------------------------------------------------------------------------

Bruce Jun Fan Lee, Çin kökenli aktör ve Kung Fu savunma sanat ustası -Sözleri;
  • Bilgi bize güç verir; ancak saygıyı karakterinizle kazanırsınız.
  • Bilmeyen ve bilmediğini bilmeyen, aptaldır -Ona karşı tetikte ol! Bilmeyen ve bilmediğini bilen, basittir -Ona öğret! Bilen ve bildiğini bilmeyen, uyuyordur -Onu uyandır! Bilen ve bildiğini bilen, bilgedir -Onu takip et!
  • İyi bir dövüş ustası sinirlenmez, hazırlanır.
    • Ejder Kalesi (1973); Tapınağın daha eski bir üyesiyle konuşmasından.
  • İnsan, yaşayan bir canlıdır, kendi bireyini yaratır, bu (kendi oluşumu) herhangi bir tarz veya sistem oluşturmasından daima daha önemlidir.
    • "From Wing Chun to Jeet Kune Do" -Jesse R. Glover, Black Belt Vol. 31, No. 9 (Eylül 1993), s. 35
  • Kendimi ne olarak düşünmek istediğimi biliyor musun? Bir insan olarak. Çünkü, Konfüçyus'un dediği gibi "Ancak gökyüzünün altında, mutlulukların altında bir tek aile bulunur. Sadece onu meydana getiren kişiler farklıdır."
    • Bruce Lee: Son Röportaj (1971)
  • Sana ben iyiyim dersem, muhtemelen kendimi övdüğümü söyleyeceksin. Ama sana ben iyi değilim dersem, yalan söylediğimi bileceksin.
  • Sınırlar yoktur. Vadiler vardır, ancak orada kalmamalısın, onlardan öteye ulaşmalısın.
    • The Art of Expressing the Human Body (1998) edited by John R. Little, p. 23
  • Soyut evrenin gerçek gücünü gösterir. O somut olanın tohumudur.
  • Tahtalar karşı vuruş yapmaz.
    • Ejder Kalesi (1973); Bruce Lee'nin karakteri bunu "Oharra"nın yumruğuyla tahtayı parçamasından sonra Oharra'ya hitaben söyler.
  • Tümüyle dürüst olmak gerekirse, gerçekten hayır.
    • Gazeteci Alex Ben Block tarafından Tanrıya inanıp inanmadığı sorulduğunda, Warrior Within : The Philosophies of Bruce Lee, s. 128
  • Ben uyumaya inanırım.
    • Erkek kardeşi Robert Tanrıya inanıp inanmadığını sorduğunda ona cevabı, s. 129
  • Zihnini boşalt. Su gibi formsuz, şekilsiz ol. Şimdi, suyu bir bardağa doldurursan, su bardak olur. Onu çay demliğine doldur, o zaman su çay demliği olur. Bak, su akar, yayılır, damlar ya da parçalanır. Su gibi ol dostum.

31 Temmuz 2014 Perşembe

Kedi

Çocukluk arkadaşım var , çok sevdiğim..Aynı yerde büyüdük, kedi , köpek içinde..Ama büyüdükçe kediden nasıl korkmaya başladı, nasıl iğreniyor hale geldiğini anlayamadım..Ben lisedeyken İzmir'e taşındıklarında, yaz tatilinde onlara gitmiştim, bir haftalığına. Babası bizi bir balıkçıya götürmüştü ama arkadaşım alelade yürüyen kediyi görüp cıyak cıyak kaçmıştı içeri. Ben de onunla birlikte içerdeki mutfağın yanında yemek zorunda kalmıştım.
Dün, arkadaşımın yurtdışında yaşayan diğer en yakın arkadaşı da bize dahil oldu , üçümüz balıkçıya gittik. Ama telefonla randevu alırken dedim ki "kedi varsa olay çıkar." Yokmuş..
Neyse gittik, şahane bir masamız var, ve yine o alelade yürüyen kedi sahneye çıktı, yurtdışından gelen, kedi görmesiyle birlikte eteklerini oynarak , kediden en uzak noktaya kaçtı , avaz avaz elbette. Onu gören diğer arkadaşım da benzer şeyleri yaptı. Ben sigara içmeye devam ettim.
Yan masadakiler biz tutarız , aman korkmayın falan dediler. Yok Allah ikna olmadılar. Sonra bir garson kediyi enseledi , bu seferde ikisi " aman şimdi bizim yüzümüzden yapmayın yani" dediler. Garson güldü ..
Kedi gitmesine rağmen canıııım masada oturamadılar, duvar kenarında iki minder vardı oraya tünedik.Bizim terkettiğimiz masaya 3  kişi oturdu, onlara mı takılsam diye düşündüm.
Tünediğimiz kenarın duvarı 3-4 metre yüksekliğindeydi. Biz oturduktan sonra aynı kedi duvarın tepesine çıktı, ordan denizi seyretti ve orada uyukladı. Ben de arada bir kediye baktım.
Gece geç olup kalktığımız vakit kediyi gösterdim, yine bi bağırış çığırış...
Eve gittim.


27 Temmuz 2014 Pazar

Temizlik takıntısı ve bebek sağlığı

Yaz yaz yaz diyor gaza getiriyorsunuz, al işte olacağı buydu. En hasından nasıl da pisiz ve mutluyuz konulu bir yazı çiziktiresim tuttu. Şimdi eğri oturalım, doğru konuşalım. "Hay bu yabancılar pek de pis, çocukları çamur içinde oynar, yere düşeni yer, ayakları elleri üstü başı kapkara olur bakmazlar" diyen çok duydum, "totolarını bile yıkamıyorlar ayol, teharet musluğu bile yok" diye de devam ediyorlar, "hava serin tabii, ver sıcağı bak nasıl kokar onlar da" da diye bitiriyorlar. Argümanlar sıkı, lakin, diyeceklerim var!

Son iki haftadır şehrimizde yaz tüm azametiyle hissediliyor. Hava 30'lu derecelerin üstünde ve kokan yok arkadaşlar. Çünkü, biz milletçe 1 hafta yıkanmayan saça her gün fön çektirmeyi ve bu sıcakta makyaj küpüne düşmüş havası yaratarak bir de ver ayaklara goygoyu tipi ayakkabılarla dolaşmayı "bakımlı olmak" diye algılarken, bu adamlar her sabah duş alır da çıkar, her akşam baştan aşağı giydiklerini makinaya atar, malum yerlerinde kıl tüy tutmazlar azizim. Yine de biz temiziz evet, çünkü evlerimizde diğer odaları hok götürse de, salon denen odayı dipköşe temizler, kapısını kitler, anca misafire açarız ki "aooow ne temiz kadın" desinler. Çocuklamızı öyle temiz giydiririz ki, o çocuk bir yere oturmaya yazsın, bir üstüne salçalı sos dökmeye kalksın, bir yaz sıcağında önü kapalı ayakkabısını çıkarıp, çıplak ayak sokağa oynamaya insin aboooow Allah yazdıysa bozsun, olmaaaz! O çocuk keselenecek illa ki, derisi soyula soyula liflenecek, kaynar sularda temizlenecek, Nepal keşişleri gibi ışıl ışıl parlayacak! Yoksa aman ne pis kadın derler, ne olur ne olmaz!

Şimdi.. Olay temizlikse ve biz milletçe temizsek, neden herkes kendi salonuna gösterdiği aşırı temizliği dışarda sokakta da göstermiyor, neden yerler çöp dolu, balgam dolu ey ahali? Neden bizim çocuk bahçelerimiz pas içinde? Neden bizim çocuklarımız devamlı hasta, burnu akıyor, nazlı birer çiçek? Temizlik anlayışımızda olmasın sorun?

Hayır demek istediğim yanlış anlaşılmasın; yerler bu kadar pisken, bal dökün çocuğa yalatın demiyorum aman ha! Ülkemizde, 20.yy'da ortadan kalktığına inanılan bir çok hastalık gayet yaygın gözükürken çocukları aşısız salın ortaya da demiyorum. Önleminizi alın tabii ki; en basitinden sizin de çocuğun da elleri eve gelince, oyundan ve yemekten önce güzelce yıkansın, üstbaş sık sık değiştirilsin ama aşırıya da kaçılmasın yahu. Çocuğu o kadar korumacı kollamacı yetiştirirsek tabii ki en ufak nemden hasta olacak, başka nasıl öğrenecek vücudu savaşmayı ve yenmeyi? Nasıl güçlenecek bağışıklık sistemi?

Lakin, ortam temizken de salıverin azıcık. Mesela yazlık yerde, gün boyu güneşten yanmış ve dezenfekte olmuş asfaltta oturup oynayıversin bebekler. Mesela azıcık çamura batsın, üstüne su döksün, salçalı domates sosunu kafadan geçirsin sonra yere eğilip yalasın biraz, sahipli kediyi köpeği sevsin azıcık, bişi olmaz yahu.. Valla olmaz.. İnsanın ağzı totosundan daha kirlidir diyor doktorlar, siz o çocukların ellerini öpüyorsunuz gün boyu, onlar da ağızlarına sokuyorlar sonra, e daha ne diyeyim ki?

trt-radyo3-88.2

Gün yavaş geçsin istedim.
Eskiden walkman ile radyo dinlerdim. Okulda, yolda, uyurken..
Dinlediğim şeyleri hatırlamaya çalıştım. Şimdinin hiç komik olmayan Beyaz’ı dinlerdim. Kaybedenler Klubünü..Karabiberim sıkça çalardı, değiştirirdim.
Aslında müzik kültürüm çok zayıf. Dinler geçerim, güzelse güzel işte ne var yani şeklinde..
Bugün radyo açtım. 88.2 trt-3 . Babam hep dinler.
Oğlan babasında. Evi temizledim. Radyo hep açıktı. Film müzikleri ile ilgili bir bölüm vardı.   Şarkıların tarihini anlatıyorlar. Caz dinledim,  sanatçıların nasıl yeni bir akım yarattıklarını.. Not almadım. Aklımda tutmaya çalışmadım. Sadece dinledim birbirinden güzel şarkıları.
Saat 21:00’e geliyor. Aptal saptal reklam cıngılları , birbirinden korkunç, rezil haberler yok. Dinginlik , duygular , doğa, yaşam var.

Sakinleşmek var, yoluna bakmak…

25 Temmuz 2014 Cuma

Tatil anıları'14

Ex , oğlan  ve ben tatile gittik. 4 gece ..

Geçirebileceğimiz en sorunsuz, en bulaşıksız, en mesafeli tatil oldu. Yanyana iki oda,benim ki serin , onunki hamam, oğlan babasında uyudu..
-----------------------
Ex'in kronik bir iş sorunu vardır. Hangi iş yerine giderse gitsin, bir huzursuz, bir mutsuz, herkes ona cephe...
Yemekleri beraber yedik. O öğle yemeğinden önce, o kadar çok telefonla konuştu ki, daralmış olmalı, başladı vıdıvıdıdvıdıdvıdıdvıvı anlatmaya. İlk tur anlattı..Beklenen tepkiyi alamayınca, aynı hikayeyi yine anlatmaya başladı.
-Anladım anlattın ya az önce.
-Ama vıdıvıdıdvıdıdvı

Ufaklık bana döndü...
-Anne, hala konuşuyo ama di mi? kikirkikirkikir....
-Evet annecim...hala...
-Ya siz şimdi birlik oldunuz ama -konuya dönerek-vıdıdvıdıvıdı

Oğlan gülme krizine girdi...Ağzındaki lokmayı yutamadı...
---------------------
Akşam futbol oynarlarken , ben deniz kenarında şezlonga uzandım, yıldızları seyrettim.
---------------------
Erken uyuyan ufaklık nedeniyle odaya tıkılan Ex'in aksine, çimenlerde keyif yaptım.
---------------------
İş yerimden ne kadar bunaldığımı farkettim. Kendim için uyduruk uyduruk iş planları yaptım.
---------------------
Sadece 1 gece akşam yemeği masasına konulan şamdanı , açık büfe den tıkabasa doldurduğu tabakları sığdıramadığından kenara langırt diye koyan,  Ex , şamdanı tuz buz etti. Çıkan sesten çocuklar çok korktu. Bu, kazara herkesin başına gelebilecek bir durumken, Ex'in o şamdanı alış , kaldırış ve tuzbuz ediş sahnesinde aklından geçenleri bildiğim , hangi hırs ve takıntılarla onu hunharca yerinden ettiğine emin olduğum için bu adamla herhangi bir bağım olmadığına şükrettim. Yemeğimi yemeğe devam ettim.
----------------------
Kendi otel , uçak masraflarım ve oğlumun tüm masraflarının yarısını  karşıladım.
----------------------
Sincap gördüm. Hatta elimden yemek yedi. Farelerden neden hoşlanmayıp sincap sevdiğimizi düşündüm.
----------------------

Çok şükrettim..

23 Temmuz 2014 Çarşamba

Uyku düzeni kurmak: Yaşasın Dev Yatak ve dev öpücükler!

Maya'yı kendi odasında, kendi yatağında, kendi kendine, meme emmeden uyutmayı başarmam tam 1 senemi aldı. Bu "başarı"da benim çocuk yetiştirme konusundaki acemiliğim, Maya'nın erken doğmuş bir bebek olarak anneyi bedeni ve ruhuyla tam hissetme isteği ve bağlanma odaklı ebeveynliğe %100 inancım etkili oldu. Tüm bunlar bir araya gelince, uyku düzeni kurma konusunda çok zorlandım, hala da zorlanıyorum. Ama son iki aydır burnum biraz düze çıktı, 1 yaş için "kabul edilebilir" düzeyde uyku rutini kurmayı başardım diyebilirim ve bu zorlu mücadelenin ilk zaferini sizlerle paylaşmak, benim gibi çocuğu uyutma konusunda sınıfta kalmış hisseden annelere kitaplarda yazmayan ama benim içgüdülerimle bulduğum ve işe yarayan bir yöntemden bahsetmek istiyorum. Bizde işe yaradı, sizde de yarar inşallah: Dev Yatak ve Dev Öpücükler yöntemi!

İşin doğrusu, Maya'yı bağlanma odaklı ebevenyliğe uygun büyüteyim derken, acemilikle işi biraz abartmışım. İlk 6 ay bizim yatağımızda, bizimle, keyfi isteyince meme emerek uyudu Maya, bunu neden yaptığımı burada anlatmış, avantajlarını ve dezavantajlarını ise burada anlatmıştım. 6. ayda yatağımıza bitişik kendi yatağına geçti ve 10. aya dek bu şekilde, yine istediğinde meme emerek uyumaya devam etti ama 9. aydan itibaren bozulan uyku düzeni, gece 2 saatte bir uyanıp emmek istemesi derken, burada da anlattığım gibi ben yorgunluktan çıldırmanın eşiğine geldim. "Memede uyuma" ciddi bir problem ve herhangi bir uyku eğitimine ya da ritmine başlamadan önce neden mutlaka önlenmesi gerekiyor burada yazmıştım. Bu konuda benim sinirlerim çok laçkalaştığı için, işi babaya yıktım ve Beyaz Atlı Prens de bebeği ağlata ağlata uyutmaya başladı. İşin tuhafı çok da başarılı oldu, Maya bir süre sonra ağlamadan uyumaya başladı, burada yazmıştım. Bu beni hem sevindirdi, hem de "neden babası yapabiliyor, ben yapamıyorum" diye, kendime yeni bir sorun edinmeme yaradı. Araya iki tatil girip de düzen tepetaklak olana dek, ben Maya'yı uyutmaktan çekinir oldum.

İşte tüm bu "ben bu işi beceremiyorum" ve "nasıl yapmalı da bu kızı kendi odasında, kendi yatağında, kendi kendine uyutmalı?" düşünceleriyle karman çorman uykuya dalmaya çalıştığım bir gece, birden bende bir ampül yandı: DEV YATAK PROJESİ! Açıkcası bu ampülü yakanlardan biri, sevgili GeCe oldu, sağolsun, bana "aceleye getirme, hep küçük adımlarla yürü" dedi ve bu öğüt her anlamda çok işime yaradı. Diğeri de sevgili Regina, kendi oğullarına uyku eğitimi verirken "yer yatağı"ndan nasıl faydalandığını yazdı. Tüm o okuduğum uyku eğitimi kitaplarına, bloglara, uzman görüşlerine rağmen uyku konusunda bir türlü somut bir başarı alamamış olduğum halde, bu iki kısacık ve güçlü öğüdü kafamda evirip çevirip harmanlamam ve kendi sentezimden bir zihni sinir projesi üretmem olayı çözdü! Sonradan bu yer yatağı / dev yatak fikrinin aslında Montessori Floor Bed denen felsefenin birebir aynısı ama biraz "tepede hali" olduğunu öğrenecek ve "Büyük beyinler benzer düşünür" diye kendime şakşak yapacaktım.. Megolomanlık paraylan mı ayol?! :P

Neyse canlar, uzatmayalım. Fikir aklıma gelir gelmez yataktan fırladım ve yanda fotoğrafını gördüğünüz gibi, Maya'nın odasına dev yatağı kurdum. Dev yatak; Maya'nın odasında zaten duran, açılınca 2 kişilik yatak olan bir IKEA kanepeydi. Kanepenin baş ve ayak kısmı duvara bitişik, bir yanı boyunca pencere, diğer yanı ise açıktaydı. Tabii kız mobil olduğu için, bu açık yana bir çözüm üretmek gerekiyordu. Valla piyasada çocuk çitleri sürgüler falan var ama ben biraz ucuza kaçtım çünkü işe yarayacak mı emin değildim, deneme süresinde Maya'nın yatağını ve oyuncak sandığını yatağa dayadım ve set gibi kullandım, fotolar 2 ay öncesine ait ama sonra da üşendim şu gün bile hala bu şekilde duruyor. Maya bunları aşmak için hamle yapmaya kalktı ama baktı ben tepki veriyorum ve birkaç oyuncağı atınca yere düştüğünü (ve geri gelmediğini) görüp Eureka! diyerek yer çekimi gerçeğini keşfetti, artık yatağın boş tarafına yaklaşmıyor. Ama yine de uyanıkken ve oynarken odada oluyor, yalnız bırakmıyorum; ne olur ne olmaz.. Aslında en ideali bu nedenle direkt yer yatağı, oh miss ama dediğim gibi ben biraz cimrilik ettim, ucuza kaçtım. Ekmek aslanın ağzında malum..

Dev Yatağı kurar kurmaz, Maya çok heyecanlandı. Yatağın çevresindeki alanı yastıklarla yumuşattım. Tüm pelüş oyuncaklarını fotoda da gördüğünüz gibi pencerenin pervazına dizdim, uyumadan önce ve uyandıktan sonra en az yarım saat bu geniş alanda oynuyor, zıplıyor, kuduruyor, boğuşuyor, çok keyifli. Dikilmeye, tek elle durmaya ve elini bırakmaya, ilk adımlara hep bu yatakta başladı çünkü gerçekten yatağı seviyor ve onun "güvenli ortamı" bu dev yatak oldu. Uyku konusunda ise, gerçekten efsane yarattı bu dev yatak. Uyku rutinini şu şekilde uygulamaya başladım: Banyo, yatağa geçme, 15dk emzirme, iyi geceler şarkısı, kendi uydurma masallarım, "seni neden çok seviyorum biliyor musun, çünkü.." cümlesi, iyi geceler öpücüğü ve sessizlik. İlk iki gün çok zor geçti çünkü Maya memede uyutmama kararıma çok ciddi tepki verdi, çığlıkları tüm evrende yankılandı. O zaman ben de yanına uzandım, onu sevdim, öptüm ve ona yavaş yavaş "evet Maya, artık bu şekilde uyuyorsun, şimdi uyku zamanı" cümlesini belki 1573836 kez tekrarladım. Ve devamlı öptüm, şap şup heryerinden öptüm. Öyle ki bu aşırı öpmeler onu şaşırtana ve olayın tezatlığı ağlamanın önüne geçene dek. İlk günlerde uyuyana dek hep yanında yatıyordum (dev yatak sağolsun) sonra yavaş yavaş uzaklaşmaya başladım, genellikle kolumu ve yüzümü severek, arada burnumu öperek uyuyor. Emmiyor, ağlamıyor, uyuyor yahu! Dev yatak bunu başarmasını / başarmamızı sağladı. Yaşasın dev yatak! :)

Son 2 aydır bu şekilde. Emmeden, sallanmadan, emziksiz, kendi kendine uyuduğu için, gece uyanmıyor. Daha doğrusu uyanıyor ama kendi kendisini yine emmeden uyutabiliyor. Hatta bazen yatakta 180 derece tepetaklak falan buluyorum onu, belli ki kalkmış, yürümüş, geri yatmış, sızmış. Bence 1 yaş çocuğu için kabul edilebilir bir uyku düzeni bu, şu an için istediğim hedefe ulaştım diyorum, çok şükür Allahıma! Tabii ki diş çıkarma ya da büyüme atağı dönemlerinde yemek yemesi gibi uykusu da bozuluyor ama artık bunun normal olduğunu ve geçeceğini öğrendim, içim rahat.  Bu dönemler gelince ben yine yanına yatıyor, şap şup öpüyorum :) Dev yatakta uyuması beni korkutmuyor çünkü eninde sonunda bebek yatağından büyük yatağa geçecekti, şimdiden geçmiş olması bence sorun değil. O nedenle bu dev yatak ya da daha güzeli yer yatağı fikrini herkese öneriyorum, umarım siz de bizim kadar memnun kalır, uyku düzenini çabucak sağlarsınız. Maya'nın 1 yıl sonra raya giren uyku düzeninin bundan sonra da bozulmaması ve mışıl mışıl, kesintisiz ve gece boyu uyumaya devam etmesi için bir de MAŞALLAH ekliyorum ;) Hepimize iyi uykular, tatlı rüyalar!

22 Temmuz 2014 Salı

Acı Biber

Çok komik, birbirine çok yakışan bir karı koca, 3-4 yaşlarında çocuklarıyla yan yana düştü masalarımız.
Anne çocuğa yemek yediriyor. Açık büfe ...
Biz de ex , ben , minnoş bir masadayız..Bu yemek macerası başka bir yazının konusu olsun...
Neyse ,yan masadaki çocuğa yanlışlıkla acı biber vermiş annesi. Bastı ufaklık çığlığı..Ağlamaya başladı .
Anne  "Aaaaaa, şimdi bizim bu yaşadığımıza ne denir biliyor musun? DEJAVU hahhahhaaa"
Anne daha önce de nasıl yanlışlıkla acı biber yedirdiğini, biberin ucuyla  , sapı arasında acılık farkı olduğunu anlatmaya başladı gülerek..
Baba "Ayayayayyyyayyya uffffffffffff ben de yandım ya....hemen domates yiyim...bak sen hiç domates yememiştin ama bak bu işe yarar."
Baba domatesin kabuğunu sıyırarak ufaklığa yedirir. Ufaklık burnunu çekerek domates yer. Biraz daha yavaşlar ağlaması ...Anne - baba beşlik çakar...Domatesi de yutturduk ohohhhh ohh diye...

Böyle yaratıcı , uyumlu, mutlu, güleryüzlü çiftleri görmek , sorunları eğlenceli şekilde çözmelerine tanık olmak
çok eğlenceli...Karşımda kendi yemeğinden mutsuz,oğlanın et yememesine söylenen, off çok güneşli bir yere oturmuşsun diye ömrünü çürüten bir Ex'e rağmen..

21 Temmuz 2014 Pazartesi

1 yaş çocuğuyla rengarenk rutin hayat

Bu haftasonu Beyaz Atlı Prens'i erkek erkeğe felekten bir haftasonu çalmaya Avusturya Alplerine tırmanış ve raftinge yolladık ve biz de kızımla başbaşa keyif yaptık. Kimse ölmedi, öldürülmedi, keçiler kaçmadı, sen sağ ben salim, Pazartesi'yi ettik (çok şükür). Bu sayede bebekle (çocuk ayol artık, pardon) rutin hayatın ne kadar rengarenk olabildiği üzerine düşünme şansı buldum. Bazı anneler "ayh fenalık geldi, devamlı peşinde koşturuyorum, çok çabuk sıkılıyor, devamlı yeni birşeyler istiyor, çok yoruluyorum" dese de ve hatta sırf bebekle (çocuk ayol çocuk) ne yapacağını bilemediği için haftasonu bile bakıcı bulup işe (ya da bazen iş diye hayata) kaçanlar olsa da (ki kesinlikle eleştirmiyorum, son derece anlaşılabilir serzenişler bunlar bence), ayol aslında çocukla DA hayat güzel yahu. Yorumcular bana sık sık "bir gününüzü özetlesene, neler yapıyorsunuz, zaman nasıl geçiyor sizin diyarlarda" diyor ya, e hadi yazayım bari..

Maya sabah erken uyanıyor. Benim için bu sorun değil çünkü ben de erken uyanmayı seven biriyim. Maaile 7.15'te ayaktayız, banyo, kahvaltı derken 8 oluyor ve Beyaz Atlı Prens'i önce kapıdan, sonra camdan, utanmasak en son bacadan el sallaya sallaya işe yolluyoruz. Sonra biz de hazırlanıp çıkıyoruz ve saat 10.30'a dek yürüyüş ve hava güzelse oyun parkı yapıyoruz. 11-12 arası Maya önce evde sonra dev yatağında (bahsedicem bu dev yataktan) oyun oynuyor, yuvarlanıyor, benimle altlı üstlü kuduruyor falan derken uyuyakalıyor. 12. aydan beri günde tek sefer uyutuyorum artık. Çünkü ilk başta sabah 9.30 gibi uyuyor, 1 saat sonra uyanıyor, akşam 3.30 gibi tekrar uyuyor ve 5'e doğru uyanıyor ve dolayısıyla gece 10'dan önce uyumamaya kalkıyordu. Bu da beni bedenen ve ruhen çok yoruyordu çünkü gün içinde uyuyabilen bir insan değilim ve gece 11 gibi uykum gelir, dolayısıyla çocuğu uyutup hiçbirşey yapamadan, gece arkadaşlarla biryere gidemeden, kendime ve eşime zaman ayıramadan sızıyordum. Bu konuyu aynı yaş grubu çocuğu olan çok anne babayla konuşuyorum, herkes çok dertli ve günde 1 uykuya çevirince ferahlıyor insan, tavsiye ederim. Bu alıştırma sırasında bir hafta falan zorlandım ama sabah uykusunu yavaş yavaş öğlene çektim ve akşam uyumak istese de uyutmadım, devamlı dışarıya ya da oyun gruplarına götürdüm ki ilgisini çeken birşeyler olunca daha az mızırdandı ve 1 hafta sonunda da bu yeni ritme alıştı zaten.

Öğle uykusu bana biraz kendi "beynimi" kullanma aktiviteleri ve ev işlerini falan halletme şansı veriyor, tam totomu koltuğa koyduğum anda tabii Maya da eş zamanlı olarak uyanınca ve biraz zaman geçip iyice keyfi yerine gelince, saat 2 gibi falan öğle yemeği yiyor ve 3.30 gibi kapıyorum hemen "günün aktivitesi"ne götürüyorum. Bu aktiviteler de ya oyun grubuna katılma, ya bizim kızlardan bir ikisiyle buluşma, ya uzaktaki bir oyun parkına / parka / gölete yüzmeye gitme ya bebekle yogaya ya da jimnastik grubuna katılma ya da hava bozuksa evde "faliyet" yapma (bu konuda yazacağım yakında) oluyor ve eve 6 gibi dönüyoruz ve Beyaz Atlı Prens'le kucaklaşıyoruz ve yemektir oyundur geceyi ediyoruz ya da onu 6 gibi işten alıp gece alemlerine akıyoruz (ayol bu yaşta ne alemi olacak, ya yemeğe bir yere gidiyoruz ya da birkaç arkadaşla buluşup bir iki kokteyl (benimki hala mokteyl of) yuvarlıyoruz. Bakıcımız olmadığı için ve Beyaz Atlı Prens'in Elfgillerden annesi Maya'yı sadece çarşamba ve pazar sabahları 8 ila 10 arası kabul ettiği için (! evet) doğum günü ve evlilik yıldönümü dışında eşimle başbaşa romantik geceler yaşayamıyorum ne yazık ki, bu ve gece gidilen klasik müzik ve jazz konserleri içimde kalıyor şimdilik (elbet ona da sıra gelecek, inşallaaaaah).

Maya banyosunu, diş fırçalamasını, iyi geceler şarkısını, masalını ve listeye son 1 aydır eklenen "seni neden çok seviyorum biliyor musun, çünkü...." cümlesini duyduktan sonra, saat 9'da uyuyor ve artık memede uyumasa da, kendi dev yatağında kendi kendine uyusa da, yine de yanağımı sevmek, koluma dokunmak yani uyuyana dek benim başucunda olduğumu hissetmek istiyor. E buna da şükür, bu bence 1 yaş için son derece kabul edilebilir bir "uyku düzeni". Bu düzen gece tam 4'te ve tam 6'da saat dakikliğiyle dakika sektirmeden deliniyor (nasıl bir saat var bu çocuğun içinde yahu?!), ilkinde yanına gidiyorum ve yine yanağıma dokunup uyuyor ama saat 6'da artık kurt gibi acıkmış olduğu için 15dk falan emziriyorum ve sonra 7.15'e dek uyuyor.

Çarşamba ve Pazar sabahları ben bebeksiz takılıyor ve 2 saat spor salonuna gidiyorum, bazı geceler de Maya'ya babası bakıyor ve ben akşam 6'dan gece geç saatlere kadar bebeksiz ya da bebeği benzer şekilde babaya satmış bulunan dostlarla "girls night-out" yapıyorum ki bunlar da bebekli rutinin bebeksiz fıstıklı baklavaları oluyor, çok süper oluyor :)

İşte bizim "çok merak edilen" rutin bu şekilde a dostlar.. Rutin bebek ve çocuklar için önemli ama içine renk katabilmek, her gün aynı saatlerde temelde aynı aktiviteleri yaparken aslında özelde tek tek farklı renkleri tanıtmak ve işe "tutku ve sevgi" katmak, inanın insana yaşam enerjisi veriyor. Önemli olan zamanı verimli kullanmak, aşırı sıkı programlar yerine esnek olmak ve çocuğu gözlemlemek, nelerden zevk aldığını ve bunları nasıl çeşitlendirebileceğinizi araştırmak. O zaman ne siz sıkılıyorsunuz, ne çocuk, zaman çabucak geçiveriyor ve gece yatağınıza gittiğinizde "ay iyi ki doğurdum, iyi ki koca bir seneyi evde geçirdim" diyor ve kendinizi verimli ve üretken hissediyorsunuz. Tek düzeliğe bağlamadan rutini kurabilmenin sırrı bu bence.

17 Temmuz 2014 Perşembe

Anahtarlık

Boşanma/boşanamama , oğlanı ex'e vermek zorunda olmanın başlangıcıydı. Bazen carcarcar konuşup bazen de sokaklarda amaçsızca, plansızca tek başıma,günlerce gezesim vardı. Vapur'a binmek iyi gelir ya herkese, binmiştim ama beşiktaş'a değildi bu sefer..Eminönü..Aylak aylak yürüdüm..Sultanahmet'e gittim. No thanks falan dedim birkaç kez...Halbuki bildiğin Türk'üm ama sırt çantam bi yabancı havası mı veriyordu ne? Neyse köfte-piyaz yedim.. Yürüdüm yürüdüm yürüdüm...

Bir Müze önünde durdum..Türk ve İslam Eserleri Müzesi...Meydan kalabalık gelince müze de kimse yoktur hem de serindir, hem de müze kartım var diye içeri girmiştim. Halbuki "Muhteşem Yüzyıl"'ın meşhur pargalısının sarayı imiş , çok ziyaretçisi olduğu bir güne denk gelmişim..İçeri girdim , ama kimse yok gibiydi..Toplasan 3 kişi .. Hiç ilgimi çekmeyen , ama her eserin altında yazan herşeyi okudum..Neden bu kadar az müzeye gittim şimdiye kadar dedim, bundan sonra daha çok gidicem..


Sonra Cizre kapısını gördüm , kocaman , upuzun..Kapı gibi adam dedikleri bu kapıdan mı geliyor ne , haşmetli...Çok görkemli bir kapı ama "kapı tokmağı" daha bir başka.
İnsan bir kapı tokmağına vurulurmuymuş..İki ejderha sanki ortaki aslanı koruyorlarmış...o aslan benmişim de ejderhalar annemle babammış .Esasen iki tokmaklı kapının tokmaklarından biri Berlin'e ya da Danimarka'ya kaçırılmış ..Diğerini de bana verseler , kendi kapıma assam , bir daha kimse bana zarar veremese istedim, hem de çok...


Müze çıkışında hediyelik eşya satan bir yer vardı, bu tokmağın anahtarlığı.. Aldım onu. Gerzek peluşlu anahtarlığımı çıkardım, ejderli aslanlı, anahtarlığımı kullanmaya başladım.
Benim yeni hayatıma alışırken, inançsızlıklarımdan  sonra yeni inançlarımın başlangıcıdır bu anahtarlık. Bundan sonra, kimse beni bu şekilde üzemeyecektir, inanıyorumdur.




Alıntıdır:
Cizre Ulu Camisi’nin ejder figürlü (Dragon) kapı tokmağı 1964 yılında Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ne götürülmüştür. Kapı tokmağının diğer kolu daha önce Berlin Müzesi’ne kaçırılmıştır. Türk sanatı yönünden son derece önemli olan bu eseri Erdem Yücel yayınlamıştır:
Cizre Ulu Cami kapı tokmağında başları sağ ve sola dönük, ön ayakları ile birbirine bağlı iki ejder figürü esas kompozisyonu meydana getirmektedir. Ejderlerin vücutlarının orta kısımlarında birer düğüm, kuyruklarında da doğan veya kartala benzer başlar görülür. Ağızlar açık adeta gövdeyi ısırır durumdadır. Kulaklar sivri, gövdeler balıksırtı motiflidir.



XI.-XIII. Yüzyıl Anadolu Selçuklu sanatında buna benzer hayvan tasvirleri, ejder ve yılan figürleri çok sayıda kullanılmıştır. İslâm sanatında da ejder figürlerinin ayrı bir yeri vardır. Orta Çağ İslâm dünyasında ejderler kapı tokmağı ve hem de yapıyı her türlü kötülükten koruyan bir muhafız olarak düşünülmüştür. Bu motifin kaynağı Orta Asya Çin sanatı olup, buradan Sasani, İskit, Hun sanatına girmiş, on iki hayvanlı Türk takviminde yer almıştır.



Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nde bulunan Cizre Ulu Camisi’nin kapı tokmağı Orta Asya, Selçuklu ejder figürlerinin tipik bir örneğidir



XI.-XIII. Yüzyıl Anadolu Selçuklu sanatında buna benzer hayvan tasvirleri, ejder ve yılan figürleri çok sayıda kullanılmıştır. İslâm sanatında da ejder figürlerinin ayrı bir yeri vardır. Orta Çağ İslâm dünyasında ejderler kapı tokmağı ve hem de yapıyı her türlü kötülükten koruyan bir muhafız olarak düşünülmüştür. Bu motifin kaynağı Orta Asya Çin sanatı olup, buradan Sasani, İskit, Hun sanatına girmiş, on iki hayvanlı Türk takviminde yer almıştır.


Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nde bulunan Cizre Ulu Camisi’nin kapı tokmağı Orta Asya, Selçuklu ejder figürlerinin tipik bir örneğidir

XI.-XIII. Yüzyıl Anadolu Selçuklu sanatında buna benzer hayvan tasvirleri, ejder ve yılan figürleri çok sayıda kullanılmıştır. İslâm sanatında da ejder figürlerinin ayrı bir yeri vardır. Orta Çağ İslâm dünyasında ejderler kapı tokmağı ve hem de yapıyı her türlü kötülükten koruyan bir muhafız olarak düşünülmüştür. Bu motifin kaynağı Orta Asya Çin sanatı olup, buradan Sasani, İskit, Hun sanatına girmiş, on iki hayvanlı Türk takviminde yer almıştır.



Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nde bulunan Cizre Ulu Camisi’nin kapı tokmağı Orta Asya, Selçuklu ejder figürlerinin tipik bir örneğidir.” 

Bıngıldakları temizleme yöntemleri

Bazı annelerin böyle bir derdi varmış ki, geçenlerde o blogdan bu bloga gezerken, derdinize derman bulun sayfalarının birinde "bebeğinizin bıngıldaklarının arasını nasıl temizlemelisiniz?" diye bir yazı çıktı karşıma. Amanın! Bıngıldak arasını temizlemek de ne ki dedim, hemen.. Çünkü benim aklıma kafadaki bıngıldaklar geldi ilk başta, hani kafatasının doğum sırasında esnekliğini koruyabilmesi için açık olan ve 8-18 ay arasında kapanan bölgeleri.. Ama yok, bahsedilen o değilmiş, bebeğin mesela kollarında, bacaklarında, boynunda olan boğumlardan bahsediyor yazar. Bunlara bıngıldak dendiğini bilmiyordum, ya da yazar bunlara bıngıldak denmediğini bilmiyor; hangisi doğru ben de emin olamadım.. Ama anladınız siz neden bahsettiğimi. Lakin bu boğumların nasıl temizleneceğini uzun uzun, ayrıntılı ayrıntılı anlatan yazar anneye şaştım kaldım, bazı annelerin hayatları ne kadar esenlik ve tekdüzelik içinde geçiyor yahu.. Yazı yazacak zaman buluyorlar da bir de üstüne böyle "elzem" konulara bile el atıyorlar, helal olsun ayol. Bu kadınlardan ben "zamanı verimli kullanma dersleri" almak istiyorum, karşılığında kendilerine "zamanı anlamlı kullanma dersi" sunabilirim..

Lakin Maya'nın doğduğu günden beri hiç bıngıldak/boğum temizleme sorunu olmadı çünkü kendisinin arası etten kapanmış, iki parmak darbesi olmaksızın açılıp da temizlenemeyen tombul boğumları da olmadı. Sosyal çevremdeki diğer çocuklar da bebek Budha heykelcikleri misali katman katman olmadıkları için, bundan dolayı bir yoksunluk çekmeden, bu tip boğum arası temizleme takniklerinden bi'haber şu günlere geldik. Ve/fakat; Anne kişisi için "öğrenmek" fiili yaşam boyu süren bir etkinlik be dostlar. Boğum temizliği.. Peh peh.. Daha kimbilir ne enteresanlıklar var hayatta..

Bebek ve çocuklardaki obezliğe dönersek, bu gelişimde çok şaşırdım, bizim ülkemizin insanlarına ne olmuş öyle? Nereye baksam bir yağ kütlesi, nereye dönsem pörtlemiş bir meme ya da döt ya da göbek, erkekler 16 aylık hamile gibi dolaşıyor, kadınlar zaten "dolaşma" fiilini direkt kahvaltı masasından buzdolabına sınırlamış halde. Tatil boyunca rastladığım 9-14 yaş grubu kız çocukların tamamı şişman ve mütemadiyen ellerinde dondurma yalanırken görüldüler ve bebeklerin hepsi istisnasız gıdılı göbekli mini Budha heykelcikleri gibi! Bu neden böyle, biz nasıl toplumca bu hale geldik? Hadi kendinizi umursamıyorsunuz, minicik bebekler, çocuklar neden bu kadar kötü besleniyor, spor yaptırılmıyor, neden? Sahilde karşılaştığım ve Maya'nın yanında tombul bir bahçe cücesi gibi kalan yaşıtının annesi neden ağzına içi bulamaç dolu koca bir kase mama sokmaya çabalıyor ve büyüklerle sofrada oturarak onların yediği yemeği kendi elleriyle yemek dururken, ağzına bulamaç dayatılan çocuk doğal olarak ittirdikçe kadın da sinirleniyor ve Maya gözlerini koca koca açmış bu "kazı zorla besleme" konulu korku filmi sahnesini izlerken, kadın birden bana dönüp "sizinki de yemiyor belli, çalı gibi kalmış, ah ne yapacağız, nasıl yedireceğiz bunlara kardeş?" diyebiliyor ve ben de ona "yedirmemeyi deneseniz, bu yaşta bizim yediklerimizi kendisi yiyebilir, hem belki o kadar fazla yemeye ihtiyacı yoktur?" diyince bana deliymişim gibi bakakalıyor? Neden ayol neden? Normallik ne zaman anormallik oldu yahu?

Sanırım annelik denen ve her aklı selim kadına bile doğumla birlikte tepeden vahiy niyetine inen paket programda, yavruyu normalden daha zayıf görme bozukluğu ile yavruya devamlı birşeyler yedirme azmi oluyor. Mesela zaten lömbürdek olan çocuk, asla büyük bir insanın parmak ucuyla bile ağzına sokmak istemeyeceği 150gr. bulamacı yiyor ya, üstüne de mesela 5 tane çilek yiyor diyelim. Bu nedense anne kişisinin gözünde "amanın çocuk iki lokma yedi bıraktı"ya tekabül ediyor. Oysa diyelim 10 kilo bir çocuktan bahsediyoruz ve anası da diyelim 50 kilo, yani çocuğun 5 katı. Bu hesapla 150x5 yani 750gr yemek yediğinizi (ve de bulamaç halinde, lütfen!) üstüne de 5x5 yani 25 tane çilek yediğinizi düşünmeniz lazım. YUH yani di mi? Ha işte bunu yapmak lazım yoksa çocuğa 5. köfteyi dürterken aslında bizim bu hesapla 25. köfteyi yediğimizi görmüyoruz. Ben ne zaman bana soldan soldan bir "yemiyor, ölecek!" endişesi hasıl olursa bu yöntemi kullanıyor ve rahatlıyorum, size de tavsiye ederim sevgili boğumsever Türk anaları, annaneleri, babanneleri ve alakasız teyzeler..

Biz toplumca bıngıldak temizlemeyle uğraşırken, sevgi vermek ile yemek yedirmenin farklı iki eylem olduğu mantıksal sonucundan uzaklaşmışız sanırım. Gideyim de çalı süpürgesi kızıma bir porsiyon kaymaklı sevgi kadayıfı vereyim, başka neyleyim..?

15 Temmuz 2014 Salı

Senin annen bir salaktı yavrum - ikinci senemiz

Şu annelik denen ısırgan otlarıyla kaplı patikada yana kavrula yürüyorum. Burnum "çamur"dan çıkamıyor, ilk sene yediğim naneleri şu postumda yazdım, paylaştım ki beraberce öğrenelim. E ne oldu, koca sene geçti, ben biraz akıllandım mı? Nayır nsevgili Nalan, aynen salaklığa devam. Çocuğum seni melekler koruyor, periler bu yaşa getiriyor, anan da işte salaklığın boyutlarını keşfe devam..

Listeyi yediğim her nane ile birlikte devamlı güncelliyorum, akıllanana dek de yazmaya devam edeceğim! Başlık fikrini güzel anne Yeliz'den izin alarak kullanıyorum, sağolsun yüce gönüllülük etti, paylaştı, emeğe saygı lütfen.

14 Temmuz 2014, havalandık ve konduk: Oyun parklarının aranan şahsiyeti, salıncak sevdalısı uçan kazım, annenin totosu hala o salıncaklara sığabiliyor ama tek eliyle kucağında kıpır kıpır sözde oturan seni, diğer eliyle salıncağın demirini tutarken aniden havalanan bedenlerimiz havada bir kuğu gibi süzülüp yere bir fil gibi çakılınca, meselenin o totonun küçüklüğü değil hava yastıklarının önemi olduğunu öğrendi senin şu salak annen. Neyseki zemin kum, toto yastık, sen de göbeğime konuverdin.

Temmuz başı 2014, şeker de sanmış ilacı: Meraklı meloşum, gözüpek kemirgenim, ananın canına mı susadın evladım? Neden çekmeceleri açıp içini boşalttığın ve çekmecenin içine girip bana "gel, gel" diye el salladığın yetmiyor, illa ki her şeyi kemirmek ve şu sıra hepimizi delirterek çıkmakta olan teee azılarını kaşımak istiyorsun? Yevrum o kondomu kemirme, kemirdiysen de yerine geri koyma, bunlar hassas zımbırtılar, mazallah ananın başına çorap örülebilir ucuna köşesine bir delik açsan. Salak annen bu vesileyle çekmeceleri boşaltmayı ve şevk anlarında kullanılacak muhteviyatı dolap tepelerine kaldırmayı ve kaldırdığı yeri unutmayı, romantizmin içine etmeyi ve daha başka türlü evli insan hallerini de öğrendi, hayırlı olsun.

13 Haziran 2014, tuvalet paniği: Çamaşır makinası sevdalım, bu sıra iyice ayaklandın, banyoya gidip gidip çamaşır makinasına olan aşkını dile getirmek için yanıp tutuşuyorsun. Kaşla göz arasında seni çamaşır makinasının kapağını açmış ve içine girmiş bulduğum yetmiyor, bir de kapının arkasına oturup kapı açılmayınca panik çığlıkları atıyorsun. Anan hala seni özgürlüğe saldığında şu kapıların arkasında durmamayı öğrenemedi ama, sevgili "Yevvvrum" bari sen biraz akıllan, kapının az gerisine otur, anan gibi salak olma, lütfen.

Senin annen bir salaktı yavrum - ilk senemiz

Şu annelik denen ısırgan otlarıyla kaplı patikada yana kavrula yürüyorum. Burnum çamurdan çıkamıyor. Lakin yalnız değilim, hepimizde az biraz var bu "acemi anne beyni"nden. Ama benim yaptıklarım kulağıma küpe olsun, söz uçar yazı kalır ya, aynı hataya bir daha düşmeyeyim, "seni melekler korudu, periler bu yaşa getirdi evladım" diye diye annelik mevzuunda pişerken, arkamdan gelenlere de feyz olayım (ya da olmadı madara olayım) istedim ve başladım yazmaya; şu masum evladı, bu melek çocuğu büyütürken ne naneler yediğimi. Buyrun okuyun, gülerken ağlayın, ben ettim siz etmeyin! Listeyi yediğim her nane ile birlikte devamlı güncelliyorum, akıllanana dek de yazmaya devam edeceğim!

Başlık fikrini güzel anne Yeliz'den izin alarak kullanıyorum, sağolsun yüce gönüllülük etti, paylaştı, emeğe saygı lütfen.

Nisan-Mayıs 2014, emekleme acemilik dönemi: Emekçi tosbağam, paranoyak annen emeklerken düşüp durduğun ve kafanı gözünü alnını mosmor beneklerle kapladığın için, halısız evimizde heryere minderler ve yumuşak örtüler koydu ya, ha işte onlar pek kaygan olurmuş, en iyisi tüm o yastık ve örtüleri koyduğum gibi toplamak, seni parkeye salmak, düşe kalka büyümeni görmek ve lanolinli kremi vurduğun çarptığın her yerine bolca sürmekmiş.

14 Mart 2014, kağıt kesiği: Kıpır kıpır böcüüm, acıktın tabii, beklemek nedir bilmiyorsun. Ağlama diye kucağımda sen, elimde makas, kartonun sivri köşesine kafa atıyorsun ve alnında Harry Potter çiziğiyle, Allahtan gözüne denk gelmeden kurtarıyorsun.. Tek elle iş, tek elle bebek bakılmıyormuş, sonunda öğreniyor senin salak annen de.

10 Şubat 2014, tatilde mefta olayazmak: Tatil kuşum, su kuşum, Seyşeller'deyiz, masmavi dümdüz denizin kıyısına havlumuzu sermiş, üstüne seni oturtmuşuz, birden bammmmm, tepeden senin sadece 50cm ilerine kocaman bir hindistancevizi düşüvermiş! Sen çok gülmüşsün ama senin salak annen, ya 50cm. uzağa değil de tam üstüne gelseydi demiş demiş ağlamış.. Meğerse tropik tatil yerlerinde en fazla turist ölümüne bu hindistancevizleri sebep olurmuş da salak anan bilmezmiş!

24 Aralık 2013, noel gecesi trajedisi: Hayvan aşığı Elmayra'm, sana içinde bir sürü hayvan resimli ve düğmelere bastıkça hayvanların sesini duyabileceğin bir kitap aldım. Ördek, kedi, köpek, kuş, kuzu derken sıra ineğe gelince, o gür mööööööööğ sesiyle bir irkildin, bir dudaklarını büzdün, bir başladın ağlamaya, susturabilene aşk olsun. Üstelik ne zaman kazayla ineğe bassan aynı trajedi tekrarlanıyor, aylardır boş bulunup aynı hataya tekrar tekrar düşüyorum, neyim peki ben? Baş harfi: salak!

1 Kasım 2013, armut hadisesi: Süt-vampirellam, ilk dişin çıktı diye apar topar ek gıdaya geçti anan. Bir yerlerde okumuş ki, bebeğin eline haşlanmış armut / havuç verilecek diye. Verdi sana koca armudu, tek dişinle ye diye. Sen önce emdin koca armudu, sonra koptu ve kaçtı boğazına bir öbek, annen bir korktu! Meğerse çıkartırmışsın öğürüp, refleksmiş, ne bilecek senin bu salak anan, paniklediğiyle kaldı, kalbi 150 atar..

17 Haziran 2013, fışkıran kaka: Tontiş kuşum, torlak totolum, daha 15 günlüksün ve iki saatte bir bezini değiştiriyorum. Altını açıyorum, yüzünü ekşitiyorsun, kendini kasıyorsun, ben babana "anam n'oluyo, n'apıyo, ağrısı mı var" derken corrrrt, fışkıran kaka gerçeğiyle tanışıyorum. Sadece 1 metre ötedeki duvar değil, babanın ve benim üstümüz başımız, saçımın dibi, ağzımın içi (ağzıma ettin, çocuk!) yani tüm hayatımız o güzel hardal sarısıyla renkleniyor. N'apalım, gülme krizine giriyoruz, senin anan bir salak demiş miydim evladım?

1 Haziran 2013, ilk gece, ilk gol: Minik bebeğim, su damlam, opera sanatçısı sesli böcüğüm, daha saatlik bebeksin ve uykundan uyanıverdin, ilk kez sesini duyduk, şok olduk! O ne ses! Hastanedeyiz. Sen bas bas bağırıyorsun, ben yanında yatıyorum, sana bakıyorum, ne yapacağımı bilemiyorum. Yanımdaki yatakta yatan en az benim kadar acemi anneye "ağlıyor, napıcam?" diyorum, o da "bilmem, acaba kucağına alsan susar mı?" diyor. Hiç aklıma gelmemiş seni kucağıma almak yahu!? Öyle izliyormuşum seni gözümü gözünden ayırmadan, yattığın yerden kımıldatmadan. Kucağıma alıyorum, hakikaten susuyorsun! Senin annen bir salaktı yavrum, daha ilk dakikadan hem de...